12 eylül darbesi ne demek?

in 12 Eylül Darbesi ile ilgili haberi | tarih = | saat = 03.00 | yer = Türkiye Cumhuriyeti, Ankara | koordinatlar = | diğer adı = 12 Eylül İhtilali | neden = 12 Eylül Darbesi'ne giden süreç

| ilk bildiren = Kenan Evren | film eden = | katılımcılar = Kenan Evren, Nurettin Ersin, Tahsin Şahinkaya, Nejat Tümer, Sedat Celasun, Bülend Ulusu | sonuç = * Sağ-sol çatışması bitirildi.

| yaralanmalar = | ölümler = Cezaevlerinde işkence sonucu 171 kişi olmak üzere yaklaşık 300 kişi hayatını kaybetti. 48 kişi (24 adli suçlu, 15 sol, 8 sağ, 1 ASALA militanı) idam edildi. | kayıp = 650 bin kişi gözaltına alındı, 230 bin kişi askerî mahkemelerce yargılandı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.1 | mal kayıpları = | toprağa verme = | sorgular = | soruşturma = | sorgu yargıcı = | şüpheliler = | suçlamalar = | mahkeme kararı = | hükümler = | yayınlama yasakları = | dava = | ödüller = | url = | internet_sitesi = | notlar= }} 12 Eylül Darbesi veya 1980 İhtilali, resmî isimlendirmeleriyle 12 Eylül 1980 Harekâtı veya Bayrak Harekâtı,2 Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Eylül 1980 günü emir komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askerî darbe.3 27 Mayıs Darbesi ve 12 Mart Muhtırası'nın ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Silahlı Kuvvetlerin yönetime karşı gerçekleştirdiği üçüncü ve son başarılı açık müdahaledir.45

12 Eylül 1980 gecesi Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından saat 03.00'te TRT, PTT ve diğer iletişim dairelerine el konularak başlayan askerî müdahale; İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Başbakan Süleyman Demirel'in konutu ve diğer hedeflerin de sorunsuz olarak ele geçirilmesiyle saat 04.00'te radyolardan tüm ülkeye duyuruldu. İlk bildiride, "Girişilen harekâtın amacı; ülke bütünlüğünü korumak, millî birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mâni olan sebepleri ortadan kaldırmaktır." ifadeleri yer aldı.6

Müdahale sonucu Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Süleyman Demirel'in başbakan olduğu hükûmetin faaliyetine son verildi, parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırıldı, ülkenin her yerinde sıkıyönetim ilan edildi, yurt dışına çıkışlar yasaklandı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren devlet başkanı oldu. Yasama yetkisini kullanmak üzere Kenan Evren başkanlığında kuvvet komutanlarından oluşan Millî Güvenlik Konseyi kuruldu. Siyasi partiler lağvedildi, parti liderleri önce askerî üslerde gözetim altında tutuldu, sonra serbest bırakıldı, bir süre sonra ise bazıları yargılandı. 12 Mart 1971 Muhtırası sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası uygulamadan kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askerî dönem başladı. Anayasa hazırlandı, 7 Kasım 1982 günü halkoyuna sunuldu, %91,37 oy oranı ile 1982 Anayasası ve Kenan Evren'in cumhurbaşkanlığı kabul edildi.

Darbe sonrası; resmî rakamlara göre 650.000 kişi gözaltına alındı, 230.000 kişi askerî mahkemelerce yargılandı, cezaevlerinde ise işkence sonucu 171 kişi olmak üzere yaklaşık 300 kişi hayatını kaybetti, 48 kişi (24 adli suçlu, 15 sol, 8 sağ, 1 ASALA militanı) idam edildi, 1.683.000 kişi ise fişlendi.7891011

12 Eylül 2010'daki referandumda %58 "EVET" oyu çıktı ve 13 Eylül 2010 sabahından itibaren 12 Eylül'ü yapanlar hakkında suç duyurularında bulunulmaya başlandı.12 Bütün suç duyuruları toplandı ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 7 Nisan 2011 tarihinde ilk soruşturma açıldı. Bu, darbenin üzerinden geçen 31 yıl sonunda açılabilen ilk soruşturmaydı. 4 Nisan 2012 tarihinde darbenin yargılanmasına başlandı. Dava sonucunda Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya, 765 sayılı TCK'nin "Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler" başlıklı 146. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldılar.13 Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya'nın, Kenan Evren’den iki ay sonra, 90 yaşında ölmesiyle Yargıtay aşamasındaki dava düştü, kararlar kesinleşmedi. Yıllar sonra, 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrası; Kenan Evren'in ifadesini alan dönemin Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'ya dava açan dönemin Ankara Cumhuriyet Savcısı, açılan davaya ilk bakan hâkimler ve iddia makamında bulunan savcılar, "Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) soruşturması" kapsamında meslekten ihraç edildiler.14 Daha sonra bazıları yargılandı ve mahkûm oldu.

Darbenin gerekçeleri ve darbe öncesi olaylar

Siyasi istikrarsızlık

12 Eylül 1980 Askerî Darbesi'nin gerekçeleri arasında, ülkede yaygınlaşan siyasi cinayetler ve 6 Eylül 1980 günü Konya'da Necmettin Erbakan önderliğinde yapılan ve darbe liderlerinin "şeriat amaçlı bir kalkışma girişimi" olarak nitelediği Kudüs Mitingi gösterildi. Konya Mitingi olarak da bilinen bu mitingde topluluk İstiklal Marşı sırasında yerlere oturmuş ve İstiklal Marşı yuhalanmış, "Ezan sesi istiyoruz. Bu marşı söylemiyoruz." diye bağırılmış, Erbakan ve diğer Millî Selamet Partili kişiler kortej hâlinde Arapça pankartlarla ve ilahilerle yürümüşlerdir. Miting sırasında sürekli şeriat çağrısı yapılmış, devlet protesto edilmiştir. Kenan Evren bu olayı öğrendikten sonra "çok sinirlendiklerini" ifade edip bu mitingi "31 Mart Vakası provası" diye nitelemiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, 22 Mart 1980'de ilk turunu yaptığı cumhurbaşkanlığı seçimini 124 tur oylama yaptığı hâlde darbe gününe kadar sonuçlandıramayarak halkta demokratik yollarla ülkenin düzlüğe çıkamayacağı inancına yol açtı.15

Ekonomik sebepler

12 Eylül öncesi dönemin son başbakanı Süleyman Demirel'in, "70 sente muhtacız." sözü ile özetlenen dış ticaret açığındaki artış ve döviz darboğazı; işsizlik, kıtlık ve iş yeri anlaşmazlıkları ile beraber darbenin ekonomik sebeplerini oluşturdu. 1979'da %70 olan enflasyon, 1980'de artmaya devam etti ve %100'lerde seyrediyordu. Bülent Ecevit hükûmeti döneminde yapılan zamları eleştiren ve, "Bu ekonomik tedbirler vatandaşın kanını emme hareketidir. Ecevit istifa etmelidir." diyen Başbakan Demirel de birçok ürüne zam yapıyor, ekonomik bunalım artıyordu. 24 Ocak kararlarından sonra gübreye %500-800 arasında, elektriğe %78, İstanbul şehir vapurları yolcu ücretlerine %100, et ve et ürünlerine %100, sakatata %200, lastik fiyatlarına %52 oranında zam yapıldı. Bu zamlar tepki çekti. Muhalefet lideri Ecevit, "Demirel'in rejimi değiştirmeye çalıştığını, işçilerin tepki gösterip haklarını almaları gerektiğini" ifade etti.

Güvenlik sorunları

12 Eylül öncesi ülkede ciddi bir güvenlik sorunu vardı. Yükseköğretim Kurumları, çeşitli ideolojilerin mensupları tarafından art arda basılır ve bu ideoloji mensupları, üniversiteyi boykot etmeleri için öğrencilere baskı uygulardı. Darbe gününden bir gün önceki gazeteler, "Eskişehir'de kahvenin tarandığını ve bir kişinin öldüğünü, Ankara'da ev basan teröristlerin 2 kişiyi öldürdüğünü, Mersin'de sinema kuyruğunun tarandığını ve 4 kişinin öldüğünü; İstanbul, Gaziantep ve Malatya'da birer kişinin öldürüldüğünü; İstanbul'da asılan yüzlerce bombalı pankartı indirmeye çalışan polislerin kollarının koptuğunu, kör olduklarını" yazar.16

Dış siyaset etkenleri

NATO'nun güney kanadının en önemli üyelerinden olan Türkiye'nin siyasi ve ekonomik istikrarsızlığı özellikle ABD tarafından gözleniyordu. 1979 yılında meydana gelen İran İslam Devrimi, ardından aynı yıl içinde Sovyetler Birliği'nin Afganistanişgal etmesi üzerine Türkiye'nin ABD politikaları için istikrarlı hâle gelmesi önem kazandı.17

Suikastlar

Suikast kurbanıMesleğiTarihÖldürüldüğü yerNotlar
Doğan ÖzCumhuriyet Savcısı24 Mart 1978Ankaraİbrahim Çiftçi tarafından öldürüldü.
HamidoMalatya Belediye Başkanı17 Nisan 1978MalatyaBombalı paketle öldürüldü.
Bedrettin CömertAkademisyen11 Temmuz 1978Ankara
Bedri KarafakioğluAkademisyen20 Ekim 1978İstanbulİTÜ'ye gitmek için minibüse binerken Cengiz Ayhan tarafından öldürüldü.
Abdi İpekçiGazeteci, Yazar1 Şubat 1979TeşvikiyeMehmet Ali Ağca tarafından öldürüldü.
Ömer SunarEski Şekerbank Genel Müdürü13 Nisan 1979İstanbulYatağında öldürüldü. Baş ucuna, "Bir halk düşmanı daha yok oldu." yazılı kâğıt bırakıldı. DEV-GENÇ tarafından öldürüldüğü iddia edildi.
Ceyhun CanEski Türkiye İşçi Partisi Adana il başkanı10 Eylül 1979AdanaYazıhanesinde öldürüldü.
Hikmet TekinBingöl Belediye Başkanı12 Eylül 1979Bingöl
Fikret ÜnsalÇukurova Üniversitesi Rektör Vekili13 Eylül 1979AdanaEvinin önünde öldürüldü.
Mürsel KarataşEski Malatya Ülkü Ocakları başkanı19 Eylül 1979Sultanahmet
Süreyya EminsoyTarsus Cumhuriyet Savcısı23 Eylül 1979Tarsus
Cevat YurdakulAdana Emniyet Müdürü28 Eylül 1979Adana
İlhan Egemen DarendelioğluAdalet Partisi İstanbul Milletvekili19 Kasım 1979Beyazıt
Ümit Doğançayİstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı20 Kasım 1979EtilerProfesörler Sitesi'nde öldürüldü.
Kemal Fedai CoşkunerFedai dergisi sahibi, yazarı3 Aralık 1979İzmirAgora semtinde öldürüldü.
Cavit Orhan Tütengilİstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi7 Aralık 1979LeventEvinden üniversiteye giderken uğradığı silahlı saldırıda öldürüldü.​
Ümit KaftancıoğluTRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden11 Nisan 1980ŞişliEvinin önünde silahlı saldırıya uğrayarak öldürüldü.​
Gün SazakMilliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı27 Mayıs 1980AnkaraEşiyle gittiği bir ziyaretten dönüp arabadan eşyalarını indirdiği sırada Devrimci Sol militanlarınının açtığı çapraz ateşte öldürüldü.​
Mehmet Zeki TekinerCHP Nevşehir İl Başkanı17 Haziran 1980Nevşehir
Ali Rıza AltınokMilliyetçi Hareket Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı24 Haziran 1980Evinde eşi ve kızıyla birlikte öldürüldü.
Abdurrahman KöksaloğluCumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili15 Temmuz 1980Şişliİş yerinde öldürüldü.
Nihat ErimEski Türkiye başbakanlarından19 Temmuz 1980İstanbulAna madde: Nihat Erim suikastı
Kemal TürklerDİSK ve Maden-İş Sandikası Genel Başkanı22 Temmuz 1980MerterSilahlı saldırı sonucu öldürüldü.​

Hükûmet belirsizliği ve arayışları

1973 Türkiye genel seçimleri sonrası hiçbir parti tek başına iktidar olacak milletvekili sayısını bulamamış, uzlaşma sonucunda Bülent Ecevit başbakanlığında kurulan 39. Türkiye Hükûmeti, CHP ile MSP arasındaki anlaşmazlıklar sonucunda Ecevit'in 1974 Kasım'da görevinden istifası ve erken seçim kararı almasıyla sona ermiş, ardından Sadi Irmak geçici bir hükûmet kurmuş, sonrasında ise Adalet Partisi, Millî Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi ortaklığıyla "Milliyetçi Cephe" hükûmeti kurulmuştur. 1977 Türkiye genel seçimlerine gidilmiş ancak yine tek başına hükûmet çıkmaması üzerine "Çankaya Hükûmeti" olarak bilinen Ecevit başbakanlığındaki 40. Türkiye Hükûmeti görevine devam etmiş, 21 Haziran-21 Temmuz 1977 tarihleri arasında görev yapabilmiş, TBMM'de güvenoyu alamayan Ecevit istifa etmiş, sonrasında "İkinci Milliyetçi Cephe" olarak bilinen 41. Türkiye Hükûmeti, Süleyman Demirel başbakanlığında 21 Temmuz 1977-5 Ocak 1978 tarihleri arasında görev yapabilmiştir.

"Motel Hükûmeti"

22 Aralık 1977'de Bülent Ecevit, İstanbul'un Florya semtinde bulunan Güneş Moteli'nde daha sonra "11'ler" olarak anılacak Adalet Partisinden ayrılan bağımsız milletvekillerden Enver Akova, Ali Rıza Septioğlu, Mustafa Kılıç, Şerafettin Elçi, Mete Tan, Tuncay Mataracı, Güneş Öngüt, Orhan Alp, Ahmet Karaaslan, Hilmi İşgüzar, Oğuz Atalay ile görüşmüş ve yeni kurulacak hükûmette bakanlık koltuğu karşılığında Süleyman Demirel Hükûmeti aleyhindeki gensoruyu desteklemeleri konusunda anlaşmıştır. 31 Aralık'ta II. Milliyetçi Cephe Hükûmeti düşürülmüş ve 5 Ocak 1978'de 229 güvenoyunu sağlayan Ecevit, III. Ecevit Hükûmetini kurmuştur. Bakanlık koltuğunu istemeyen Oğuz Atalay dışındaki 10 kişiye bakanlık verilmiştir. Adalet Partisi bu durumu "bir oya bir bakanlık" diyerek eleştirmiş ve bu hükûmet "Motel Hükûmeti" olarak anılmıştır. Demirel bu hükûmetin gayrimeşru olduğunu iddia ederek Ecevit'e başbakan demeyip sürekli olarak "hükûmetin başı" diye hitap etmiştir. Motel Hükûmeti ancak 5 Ocak 1978 ile 12 Kasım 1979 tarihleri arasında görev yapabilmiştir.

Tunceli Raporu

1978 yılının 15-26 Haziran tarihlerinde Doğu'da denetlemeye çıkan bir mühendis albay, Tunceli'de denetim yaparken oradaki Harita Birliği personeli ve Ziraat Okulu öğretmenlerinden edindiği bilgilerden çok etkilendiğini ve bunları bildirmenin bir vatan borcu olduğunu ifade ederek gördüklerini ve duyduklarını bir rapor hâlinde Genelkurmay Başkanlığına sundu:

— Türkçe bilindiği hâlde askerlere ve emniyet mensuplarına Türkçe cevap verilmiyor.

— Subay, astsubay ve emniyet mensuplarına "faşist köpekler" diyorlar.

— Tunceli Valisi'nin arkasından "Eco'nun (Ecevit) faşist köpeği" diye bağırılmış.

— On beş kadar okulda bayrak merasimi yapılmamakta, İstiklal Marşı söylenmemekte.

— Emniyet müdürü dövülmüş.

— Resmî kişilere bakkallar, "Size satılacak bir şeyimiz yok." diyerek mal satmaktan imtina etmekte, bu yüzden harita personeli jandarma tavassutu ile alışveriş yapabilmekte.

— İstiklal mücadelesinde kullanılacak haritalar yapılıyor diye araziye dikilen harita işaretleri tahrip edilmekte.

19 Mayıs gösterilerine 15 okuldan ancak 17 öğrenci çıkarılabilmiş, o da Ziraat Okulundan öğrenciler.

— Tunceli'deki gizli bir komitenin emri ile sosyal ve ekonomik faaliyetler derhâl durdurulabilmekte.

— Duvarlara sarı yıldızlı Kürt millî bayrağı yapıştırılmakta.

— Kürt millî marşı diye bir marş toplu olarak okunabilmekte.

— Toplu olarak komünist enternasyonal marşı okunmakta.

— Kürt istiklal mücadelesinin patlaması ile birlikte bütün Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun tümden mücadeleye katılacağı anlatılmakta.18

Kahramanmaraş Olayları

19 Aralık ile 26 Aralık 1978'de Kahramanmaraş'ta meydana gelen ve Alevileri hedef alan saldırılarda resmî rakamlara göre yedi gün süren olaylar sırasında 107 Alevi öldürüldü, yine Alevilere ait 200'ün üzerinde ev yakıldı, 100'e yakın iş yeri tahrip edildi. 12 Eylül'ün lideri Kenan Evren, bu olaylardan Anıları'nın birinci cildinde şöyle bahsetmiştir:

"Kahramanmaraş'ta öldürülen iki öğretmenin cenaze töreninde Milliyetçi Hareket Partisi militanları ve dinci yobazlar tarafından başlatılan katliam kısa sürede bütün şehre yayılmış, şehirdeki emniyet kuvvetleri ve askerî birliklerle dahi katliam önlenememiş ve Gaziantep'ten mekanize birliklerin gönderilmesi sonucu ancak 27 Aralık günü durdurulabilmiştir. Olaylar sırasında çoğunlukla Alevi vatandaşların oturdukları evler ve iş yerleri yakılmış-yıkılmış ve çocuklarla hamile kadınlar da dâhil olmak üzere hunharca 107 kişi katledilmiştir. Olaylar başlar başlamaz 23 Aralık günü İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı ile Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun Kahramanmaraş'a gitmişler ve olaylara mahallinde müdahale etmişlerse de gözlerini kan bürümüş canilerin şehrin muhtelif yerlerindeki katliamına ve tahribata mâni olamamışlardır. Jandarma Genel Komutanı'nın döndükten sonra bana anlattıklarından benim de tüylerim ürperdi. Beş altı aylık çocuğun bacaklarından tutup ikiye bölünmüş; karnından bıçaklanmış kadın, çocuk, genç, ihtiyar cesetlerini gözleri ile görmüş."19

Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri Kongresi

1979 yılının ilk ayında yasal bir örgüt olan Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri, yaptığı kongrede, "Doğu yöresinde Kürt halkından olmayan kamu görevlilerinin bölgeden uzaklaştırılması" kararını aldı. Bu karara karşı bir işlem yapılmadı. Kararın devlet tarafından yerine getirilmemesi sonucu 16 Ocak 1979'da Mardin Kızıltepe'de bir ilkokul öğretmeni dövüldü ve tehdit edildi. 22 Ocak 1979 günü Mardin Bayındırlık Müdürlüğünde görevli bir mimar mühendis, bir KAWA militanı tarafından tabanca ile yaylım ateşine tutularak ağır yaralandı. 24 Ocak 1979 günü Mardin Derik Savcı Yardımcısı'nın evi uzun menzilli silahlarla tarandı.20

Abdi İpekçi suikastı

1 Şubat 1979'da Milliyet Başyazarı ve Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi, Mehmet Ali Ağca tarafından öldürüldü. Cinayet, Türkiye ve dünyada büyük yankı yaptı. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk üzüntüsünü dile getirdi ve "her türlü çekişmeyi bırakarak ulusça ortak bir tavır takınılmasını" istedi.21 Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel'in uzlaşmasını ve ülke sorunlarını beraber çözmelerini sürekli dile getiren İpekçi'nin cenaze töreninde Ecevit ve Demirel yine birbiriyle konuşmadı. Basın bunu, "Cenaze töreninde bile Ecevit-Demirel görüşmesi olmadı." şeklinde kamuoyuna duyurdu.

Diyarbakır Raporu

Diyarbakır'da dört lisede millî güvenlik bilgisi dersi öğretmenliği yapan subaylar, Genelkurmay Başkanlığına bir rapor sundu:

1. Öğrencilerin büyük bir çoğunluğu, öğretmenlerine olan saygınlıklarını yitirmişlerdir.

2. Öğrenciler dersleri ile uğraşacaklarına siyasetle uğraşmakta ve kendilerinin ayrı bir millet olduklarını söylemekteler.

3. Bir kısım öğrenciler; millî güvenlik bilgisi derslerinin, egemen güçlerin devrimci güçleri uyutmak için konulduğu görüşündeler.

4. Okulun duvarlarında, sıraların üstlerinde Kürtçülük sloganları yazılı. Hiçbir dershanede Atatürk'ün resmi yok.

5. Öğrenciler, millî güvenlik bilgisi öğretmenlerinin şahsında bütün subaylara antipati duymakta ve onları Kürtçülüğe engelleyen bir güç olarak görmekteler.

6. Öğretmen dershaneye girdiğinde hiçbir öğrenci ayağa kalkmıyor. İkaz edilmesine rağmen kalkmamakta direniliyor. Nasıl hareket edilmesi gerektiği kendilerine izah edildiğinde bir öğrenci, "Biz Pavlov'un köpekleri değiliz." diye cevap verebiliyor.

7. Bazı okullarda öğretmene devamlı olarak aşağıdaki sorular sorulmakta:

— Pasaportunuz var mı? Diyarbakır'a nasıl girdiniz?

— Kürdistan Devleti hakkında bilgi verir misiniz?

— Kürtler, Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan önce de vardı, ne dersiniz?

Atatürk'ün kaç babası vardı, Atatürk bir önder midir?

8. Öğrencilere, "Bir savaş olsa katılmaz mısınız?" diye sorulduğunda, "Kendi savaşımız olursa katılırız." şeklinde cevap alınıyor.22

Bölücülük Raporu

Jandarma Genel Komutanlığı Denetleme Başkanı'nın başkanlığında oluşturulan ve görevlendirilen teftiş kurulunun 22 gün süren Doğu teftişi sonucunda hazırlanan rapor, 6 Nisan 1979 günü Başbakan Bülent Ecevit başkanlığında yapılan Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı'nda okundu. Rapordan bazı ifadeler şöyleydi:

Bugün Suruç'tan Uludere'ye, daha ötelere kadar, Güney hudut bölgelerimiz adım adım yoğun bir bölücülük humması içindedir.

Oralarda artık Devriye Talimatı'ndaki klasik 2 kişilik devriyelerle göreve çıkmak hayal olmuştur. Bir köye 20 kişiden az müfreze ile girmek, arama yapmak, oradan bir kanun kaçağını çıkarmak artık cesaret isteyen bir iş hâline gelmiştir.

Dağlar, taşlar anlamları korkunç Kürtçe sloganlarla doludur. Şehirler, köy ve kasabalar için için kaynamaktadır. Arkadaşlarımız kendilerini bir müstemlekeci asker gibi hissettiklerini, bölge halkının, kendilerine bir işgal ordusunun subayı nazarı ile baktığını söylemektedirler.

Hudut bölgelerimiz, sessiz ve derinden bir kaosa sürüklenmektedir.

Ne yazık, o yörelerde Silahlı Kuvvetler dışında ayakta duran sağlıklı bir devlet organı daha kalmamıştır. Devlet müesseseleri, yaygın bir güvensizlik ve ürkeklik havası içinde otorite ve saygınlığını yitirmeye başlamıştır.

Biz Mardin'de iken Derik'te bir polis güpegündüz sokak ortasında kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Davaya bakacak olan Derik Hâkimi istirahat almış, bir diğeri kendi kendini reddetmiş, Mazıdağı Hâkimi yetkisizlik kararı vermiş. Yüksek Hâkimler Kurulunca görevli kılınan Mardin Hâkimi ise sanık bir öğretmenle üç eğitim enstitüsü öğrencisini tutuklayacak yürekliliği gösterememiştir. İşin dramatik yanı, savcı, bu sanıkların sorguları yapılırken pencerelere kum torbaları yığılmak suretiyle can güvenliklerinin sağlanması talebinde bulunmuştur.

Biz Mardin'de iken Öğretmen Okulu öğrencileri, derslerin Kürtçe verilmesini sağlamak için dersleri boykot etmişlerdir.

24 Eylül 1978'de Mardin Eğitim Enstitüsü kapısına asılan pano ve pankartlarda şu sloganlar göze çarpıyordu:

"Yaşasın Kürdistan'ın Kurtuluş Savaşı!"

"Yaşasın Kürdistan Devleti!"

"Silahlı Mücadelemiz Sürecektir!"

"Yaşasın Bağımsız Kürdistan!"

"Kürtlere Özgürlük, Sonuna Kadar Savaş!"

Suruç Ortaokulunda bir öğrenci, defterinin yapraklarını niçin "kan, kan, kan" kelimeleri ile doldurmuştur? Körpe çocuklara sınıf geçme notunu ihtilal yapma metodu öğretisine göre veren öğretmenleri denetleyen bir merci kalmadı mı?

Mardin'de polis karakolu otomatik silahlarla taranmış, Cizre'de Kaymakamın evi ve polis karakolu taşlanmıştır. Tekmil devlet memurları açık açık tehdit edilerek günbegün artan baskı ve terör havası içinde pasivize edilmiş ve susturulmuştur.

Bölücülük tehlikesi, amansız bir ahtapot gibi gezdiğimiz hudut kesimlerini sarmış durumdadır. KAWA'lar, SİVANCI'lar, KOMAL, RIZGARI grupları, DDKD'ciler, KUK'çular, DAĞCI'lar, APOCU'lar, yeraltında ve yer üstünde faaliyette bulunan legal, illegal teşekküller kasabalardan köylere doğru korkunç bir doğurganlıkla yayılmakta ve çoğalmaktadırlar.23

23 Nisan 1979 tarihli Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı

Doğu bölgesinde yaptığı geziden sonra 23 Nisan 1979 günü yapılan Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı'nda konuşan Adalet Bakanı Mehmet Can, "Bingöl'de okullarda İstiklal Marşı'nın söylenmediğini, Atatürk'ün resminin sınıflardan alınıp çamura atıldığını, buna engel olmaya çalışan öğretmenin öldürüldüğünü" söyledi. Can; hâkim, savcı ve valilerin durumuna dair de şöyle dedi:

"Pertek Savcısı, evinin iki defa bombalandığını söyledi. Hâkimin evini de bombalamışlar. 'Yatak odasının ışığını yakıyor, kendim karanlıkta çatı katında yatıyorum. Ne olur beni buradan alın.' diye yalvardı. Tunceli Valisi de kendisinin alınması için yalvarıyor. Diyarbakır Valisi, Kars Valisi de, 'Ne olur beni buradan alın.' diyorlar."24

ODTÜ İstiklal Marşı Krizi

8 Ağustos 1979 günü Orta Doğu Teknik Üniversitesinin yeni eğitim öğretim dönemi açılış töreni yapıldı. Bazı milletvekillerinin de katıldığı törende enternasyonal marşı söylendi.25 İstiklal Marşı okunurken öğrenciler yerlere oturdu. Bu olay ülkede gündem oldu. Olaydan sonra üniversitenin profesörleri Ankara'da "İstiklal Marşı'na Saygı Yürüyüşü" yapıp Atatürk Anıtı'na çelenk koydu. Muhalefet lideri Süleyman Demirel, Bülent Ecevit'i eleştirdi:

"Hükûmet, eğitimi Marksizm'e kaydırdı. Enternasyonal marşını söylemek cesaretini gösterenlerin arkasında bu hükûmet vardır."

Cumhuriyet yazarı Uğur Mumcu, 11 Ağustos'ta yazdığı yazıda, "ODTÜ'nün açılışında kendilerine «devrimci» adını takan «zıpır sosyalistler»in bir kısmının «İstiklâl Marşı» söylenirken yerlerinden kalkmamaları, gerçekten şiddetle kınanmalıdır." dedi. 26 Ağustos'ta Silahlı Kuvvetler Günü için bir konuşma yapan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren de bu olaya değindi:

"Kendi çıkarlarını ülke bütünlüğünün üstünde görenler, geleceğimizin teminatı olan gençlerimizi sapık ideolojilerinin vaatleriyle aldatarak onları Türk istiklalinin sembolü İstiklal Marşı'mıza dahi saygısızlıkta bulunabilecek kadar Türklüğünden uzaklaştırabilmektedirler. Ama sizleri temin ederim ki o kendini ve milleti idrakten aciz vatan hainleri, her zaman olduğu gibi karşılarında yine bizleri -Türk Silahlı Kuvvetlerini- bulacaklar ve bunların hesabını millet önünde vereceklerdir. Onların ilim ve irfan yuvası okullarımızdan temizlendiğini ve bu okulların kalbi Atatürk sevgisi, vatan ve millet aşkı ile yanıp tutuşan, birbirleriyle uygarca fikir münakaşası yapabilen, eli silahsız, kültürlü gençlerle dolu olduğunu görmek bizim de en büyük arzumuzdur."

Hükûmeti kurma yetkisi

14 Ekim 1979'da yapılan seçimlerde Adalet Partisi ikinci parti olarak çıkmış olmasına rağmen Bülent Ecevit'in istifa etmesiyle Süleyman Demirel'e hükûmeti kurma yetkisi verildi.26 "Kerhen Millî Cephe Hükûmeti" olarak bilinen 43. Türkiye Hükûmeti, 12 Eylül Darbesi'nden önce millet iradesi ile kurulan son hükûmettir. Adalet Partisi Genel Başkanı Demirel başkanlığında kurulan hükûmet 12 Kasım 1979-12 Eylül 1980 tarihleri arası görev yaptı.

"Yüz Gün Planı"

Üçüncü Ecevit Hükûmetinin istifasından sonra Milliyetçi Hareket Partisi, Millî Selamet Partisinin hükûmete alınmasına karşı çıktığı için "Üçüncü Milliyetçi Cephe" gerçekleştirilememiş ve 12 Kasım 1979'da Süleyman Demirel'in başbakanlığında azınlık hükûmeti kurulmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi ve Millî Selamet Partisi bu hükûmeti dışarıdan desteklemiştir. Demirel, "Yüz Gün Planı"nı açıklayarak anarşi ve enflasyon olmak üzere Türkiye'nin iki temel sorununu 100 günde çözeceğini iddia etmiştir. Bu plan tartışmalara yol açmış ancak tartışma, yüz günün hükûmetin güvenoyu aldığı 25 Kasım 1979'dan itibaren mi yoksa Demirel'in planı açıkladığı 8 Aralık 1979'dan itibaren mi başlamış sayılacağı konusuna odaklanmıştır.

TSK'nin uyarı mektubu

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'un imzasını taşıyan, ülkedeki iç karışıklıkla ilgili bir uyarı mektubu 27 Aralık 1979 tarihinde Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e verildi. Ordu, siyasal partilerin ve diğer anayasal kuruluşların ülkenin sorunlarının çözülmesinde uzlaşmaya varmalarını istedi. Mektupta şu ifadeler kullanıldı:

"Türk Silahlı Kuvvetleri, ... ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce millî menfaatlerimizi ön plana alarak anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir."

Başbakan Süleyman Demirel, "35 günde ne yapılabilirse onun azamisini yaptık." şeklinde kısa bir açıklama yaptı. Mektubun muhatabını kendisi kabul etti, Millî Savunma Bakanı İhsan Birincioğlu'nu çağırıp duyduğu üzüntüyü ve istifa etmeyi düşündüğünü bildirdi. Hemen sonra Birincioğlu'nun Evren'i ziyareti sırasında Evren ise, "mektubun hükûmete verilmediğini, mektubu okuyan herkesin böyle olduğunu rahatlıkla anlayacağını, istifa etmeyi gerektirecek bir durum olmadığını, istekleri gerçekleşirse daha rahat iş yapabileceğini, üzüntü yerine sevinç duyması gerektiğini" söyledi. Demirel göreve devam etti.

Muhalefet lideri Bülent Ecevit, "Mektup 12 Mart'a oranla değişik, hiç olmazsa bir model göstermiyor, ayrıca Cumhuriyet Halk Partisi hiçbir döneminde demokrasiyi koruma açısından bir uyarı almadı, oysa bu hükûmet daha 51'inci gününde böyle bir uyarı almıştır. Bu, aramızdaki farkı göstermektedir." diyerek Başbakan Demirel'i ve Adalet Partisini eleştirdi.

14 Ocak 1980 tarihli Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı

14 Ocak 1980 günü Genelkurmayda Süleyman Demirel Hükûmetinin ikinci Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı yapıldı. Adana Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nevzat Bölügiray konuşmasının bir yerinde şöyle dedi:

"Eylemci solun aralık ayında en fazla faaliyet gösterdiği yer okullar oldu. İlk hareket, 4 Aralık günü ben Ankara'da sıkıyönetim toplantısında iken Yapı Meslek Lisesindeki öğrencilerin devriye gezen askerlerimize ateş etmesiyle başladı. Saatlerce okulun pencerelerinden ateş etmişlerdir, dinamit atmışlardır. Jandarma ve polisin kayzer ve panzerlerinin himayesinde olan güvenlik kuvvetleri, masum çocukları hedef almamak maksadıyla ateş açmamışlardır. Buradan verdiğim emirler gereğince ateş edilmemiştir. Ne yazıktır ki bu hareketi başlatan aynı lisenin müdür ve öğretmenleri, kendilerini bir odaya kilitlettirmek suretiyle olayın dışında kalacaklarını sanmışlardır. Ama teşvikçi kendileridir. Öğretmenler tarafından eline silah verilen bu çocuklar ateş ederken kız çocukları da ondan ona tabanca taşımış hatta birinin diğerine seslenerek, 'Koş, buradan askerin kafası daha iyi görünüyor, buradan daha iyi vurursun.' diyecek kadar şartlanmış oldukları görülmüştür. Askerlerimizi burada zapt etmek hakikaten bir mesele olmuştur. Adı geçen lisede bu olaylar, çatışmalar sürüp giderken yanındaki liseler de aynı harekete başlamışlardır. Onları tecrit edip çıkarmakla, tahliye etmekle yetinildi."

Bölügiray, "21-22 Aralık günlerinin de sıcak geçtiğini, Adana ve Gaziantep'te Josef Stalin'in doğumunun 100. yılı dolayısıyla kutlamalar yapıldığını, engel olmak isteyen askerlerden bazılarının açılan ateş sonucu yaralandıklarını" ifade etti.27

24 Ocak Kararları

Ekonomik olarak yaşanan istikrarsızlık, üretimin azalması ve karaborsacılığın oluşması gibi durumların ortadan kaldırılması için kamu harcamalarının sınırlandırılması, ücretlerin düşürülmesi, serbest döviz kuru gibi ekonomik önlemler alınması kararlaştırıldı. Bunun için Başbakan Süleyman Demirel, Turgut Özal'ı başbakanlık müsteşarlığına atadı ve IMF ile bu kapsamda bir anlaşma imzalandı.28 Dolar 35 liradan 70 liraya çıkarıldı. Geniş çapta zamlar yapıldı. Gübreye %500-800 arasında, elektriğe %78, İstanbul şehir vapurları yolcu ücretlerine %100, et ve et ürünlerine %100, sakatata %200, lastik fiyatlarına %52 oranında zam yapıldı. Bu zamlar tepki çekti. Muhalefet lideri Bülent Ecevit, "Demirel'in rejimi değiştirmeye çalıştığını, işçilerin tepki gösterip haklarını almaları gerektiğini" ifade etti.

17 Şubat 1980 tarihli Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı

17 Şubat 1980 günü Genelkurmayda genişletilmiş Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı yapıldı. Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı Tümgeneral Selahattin Cambazoğlu, "Rus askerine selam dur, Türk askerini arkadan vur!" şeklinde sloganlar atıldığını söyledi.29 İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet Üruğ, siyasileri eleştirdi:

"Öncelikle siyasi partilerimizin sanki her taraf güllük gülistanlıkmışçasına izahı mümkün olmayan bir serinkanlılık ve vurdumduymazlık içinde parlamentoda politik anarşiyi tahrik etmeleri ve bunu televizyon ekranına ve radyosuna sirayet ettirmeleri terörü giderek güçlendirmektedir. Terörün ihtiyacı; istikrarsız, karmaşık ve karanlık vasatı siyasi partilerimiz kendi elleriyle yaratmaktadırlar."30

Üruğ, kumandanı olduğu I. Ordu mensuplarının kendisine, "Biz yolda sabaha kadar anarşistlerle mücadele ederken parlamentoda bu mücadelenin, bu şekilde siyasi mücadelenin yapılması için mi sokakları müdafaa etmekteyiz, anarşiste göğüs germekteyiz?" diye şikâyette bulunduklarını söyledi.

17 Mart 1980 tarihli Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı

17 Mart 1980 günü Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı yapıldı. Bu toplantı, Başbakan Süleyman Demirel'in dördüncü toplantısı oldu. Demirel kısa bir konuşma ile toplantıyı açtı. Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı Tümgeneral Selahattin Cambazoğlu ve Emniyet Genel Müdürü Turan Şener'in konuşmalarının ardından Ankara Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nihat Özer söz aldı:

"Türk Mimar Mühendisler Odası Birliği bizce sabıkalı bir yerdir. Adam öldürmekten 24 yıl ağır hapse mahkûm olan Mahmut Esat Güven burada iki tabanca ile birçok parlamentere ders verirken yakalanmış, 1979 Şubat ayında Vakıflar Bankası soygununun esas faili olan Tevfik Doğan Toker de yine soygunu müteakip buraya kaçmış ve bu dernekten çıkarken yakalanmıştır."

Korgeneral Özer, Ankara Eğitim Enstitüsünde yaşanan bir kopya olayını da anlattı:

"İkinci olay, Ankara Eğitim Enstitüsünde Türkçe sınavında cereyan etmiştir. Sınav sırasında dört öğrenci kopya çekerken bu duruma müdahale etmek isteyen öğretmenlere aynı salonda görevli öğretmen ..., ayağını sıraya dayayarak o öğretmenlerin kopya çeken öğrencilere yaklaşmasını önlemiş ve, 'Bu tarafa geçemezsiniz. Biz burada iki yılın acısını çıkaracağız. (Cumhuriyet Halk Partisi dönemini kastediyor.)' demiş ve böylece öğrencilerin kopya çekmesini sağlamıştır."31

"Kadayıfın altı"

Şubat 1980'de Millî Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel Hükûmetini "kerhen (istemeyerek)" desteklediğini açıkça dile getirdi, mevcut hükûmetin görevinin biteceği tarihin Türkiye'nin çıkarlarına hizmet edecek bir tarih olması gerektiğini savunup 1 ay daha beklenmesi gerektiğini söyledi.32 Bundan dolayı 43. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti, "Kerhen MC (Milliyetçi Cephe)" olarak anılmaya başladı. Erbakan, 13 Mart 1980 tarihli basın toplantısında şöyle dedi:

"Kadayıfın altı kızarmadan bu hükûmeti uzaklaştıracak olursanız bu zihniyet milleti aldatmanın gene fırsatını bulacaktır. Onun için kadayıfın altının kızarmasını bekleyeceğiz."

Erbakan, 23 Nisan 1980 tarihli basın toplantısında da şöyle konuştu:

"18 Mayıs'a, MSP il başkanları toplantısına kadar bekleyeceğiz. Kadayıfın altının kızarıp kızarmadığına bakacağız."

Erbakan, nisan ayının sonunda bu kez de Başbakan Demirel'i kadayıf tepsisi ile ziyaret edip basının önünde Demirel'e kadayıf ikram etti. Demirel ise bu duruma esprili bir karşılık verdi:

"Hoca benim kilomun eksikliğini fark etmiş, onu tamamlamaya çalışıyor."

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ise yaşananları şöyle değerlendirdi:

"Millet kan ağlarken bunlar milletin gözünün içine baka baka sanki milletle alay ediyorlardı.33

Cumhurbaşkanı seçimi bunalımı

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresinin dolduğu (6 Nisan 1980) sırada Meclisteki en büyük 2 partinin liderleri Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit, cumhurbaşkanlığı için daha aday bile belirlememişlerdi. Son anda adaylar bulundu. Seçimler sırasında hiçbir aday cumhurbaşkanı olmak için yeterli oyu alamadı. Mecliste yüzlerce tur yapıldı fakat cumhurbaşkanı hiçbir zaman seçilemedi. Oy kâğıtlarına bazı popüler sanatçıların isimleri yazıldı.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, bu süreç içerisinde iki taraftan da isimlerle görüşüp bu krizin çözülmesini istedi. 5 Mayıs 1980'de Başbakan Demirel'e de "bu konunun bir an önce hâlledilmesi gerektiğini" söyledi. Demirel'in verdiği cevap şu oldu:

"Evet, iş o noktaya geldi. Yugoslavya Cumhurbaşkanı Mareşal Tito'nun cenaze töreni için Belgrad'a gideceğim. Orada Ecevit'le buluşacağız. Orada kendisiyle bu konuyu konuşacağım."

Evren bu cevaptan Anıları'nın ilk cildinde şöyle bahsetti:

"Sanki Türkiye'de konuşmak mümkün değilmiş gibi Yugoslavya'da cenaze töreninde buluşacak ve bu kadar mühim bir konuyu ayaküzeri konuşacak. Belli ki bizi oyalıyor, zaman kazanmak istiyordu. Bu görüşmemizden sonra iyice kanaat getirdim ki başbakan bizi yanlış yollara sevk etmek istiyor, oyalama taktiğini kullanıyordu."34

13 Mayıs 1980'de Brüksel dönüşünde havaalanında konuşan Evren, Brüksel'deki çalışmalar sırasında orada bulunan Askerî Komite üyelerinin, "Türkiye'deki cumhurbaşkanlığı seçiminin neden yapılamadığını sürekli sorduklarını, buna cevap vermekte zorluk çektiğini" ifade edip şöyle dedi:

"Verilecek bir cevap da yoktu. Bazı dostlarıma şaka yollu takılmak mecburiyetini hissettim: 'Herhâlde cumhurbaşkanlığına layık bir kimse bulamıyorlar ki seçemiyorlar veya o kadar çok aday var ki bir tanesini bulup seçemiyorlar.' demek zorunda kaldım. Ama bir vatandaş olarak şunu ifade etmek isterim ki artık bu işe bir hâl çaresi bulmak lazım. Partilerin bir araya gelerek artık bu konuyu hâlletmeleri zamanının geldiği ve hatta geçtiği inancındayım."

Girişimler sonuç vermedi. Oy kâğıtlarına Ajda Pekkan, Zeki Müren gibi isimlerin de yazıldığı seçim turları sonuçsuz kaldı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi aylarca cumhurbaşkanı seçemedi.

"Bayrak Harekâtı"

17 Haziran 1980 günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve İkinci Başkan toplandı. Darbenin adı olan "Bayrak Harekât Planı" o gün ve sonra 18-19-20 Haziran günlerinde belirli saatlerde yine gözden geçirildi. Bazı düzeltmeler yapılarak son şekli oluşturuldu. 1 Temmuz günü yine toplanıldı, harekâtın uygulanacağı tarihin 11 veya 12 Temmuz olmasına karar verildi. 3 Temmuz günü özel kuryelerle emirler ordu komutanlıklarına, sıkıyönetim komutanlıklarına iletilmeye başlandı. 3 Temmuz günü yapılan güven oylamasında Süleyman Demirel'in 14 güvensizlik oyuna karşı 227 oyla güvenoyu alması askerlerin planını bozdu. Evren, "güvenoyuna rağmen müdahale ederlerse CHP'nin düşüremediği bir iktidarı kendilerinin düşürmüş olacaklarını, Demirel'in 'CHP+Ordu=İktidar' sözlerine haklılık kazandıracaklarını" düşünüyordu. 8, 9 ve 10 Temmuz günleri Paris'te yapılacak borç erteleme görüşmelerinin de 22 Temmuz'a ertelenmesi sonucu müdahalenin günü ertelendi. 26 Ağustos'ta yapılan toplantıdaysa müdahalenin 12 Eylül'de yapılması kararlaştırıldı.35

Çorum Olayları

1980'in mayıs-temmuz aylarında Çorum'da meydana gelen, siyasi ve dinî temelli olarak ortaya çıkan kanlı ve 57 kişinin öldüğü olaylar, güvenlik güçlerinin müdahalesi sonrası yatıştırıldı.

"Fatsa Nokta Operasyonu"

14 Ekim 1979 tarihinde yapılan ara seçimler sonrası Devrimci Yol'un bağımsız adayı Fikri Sönmez; CHP adayının (Zeki Muslu) 1150, AP adayının (Ali Rıza Özmaden) 850 oy aldığı seçimde 3096 oyla Fatsa Belediye Başkanı seçildi. Belediye, halk komiteleri şeklinde örgütlenmişti.36 Bu örgütlenme ilk olarak yedi mahallesi olan Fatsa'nın çeşitli özelliklerine göre on bir birime ayrılması ve her bir birime üç ila yedi halk komitesi temsilcisi seçilmesi şeklinde belirlenmişti.37

Sönmez'in belediye başkanı olduğu dönemde sokakların çamurdan arındırılması için "Çamura Son Kampanyası" ve Fatsa Halk Kültür Şenliği yapıldı.

8 Temmuz 1980'de askerî birlikler Fatsa ilçesine gönderildi. 9 Temmuz 1980 tarihinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, ordu komutanlarıyla beraber inceleme yapmak için Fatsa'ya gitti. Komutanlar Samsun'dan Fatsa'ya hareket etmeden Samsun Valisi, "helikopterin Fatsa'da yüksekten uçmasını, kendilerine ateş açılabileceğini" söyleyerek Evren'i uyarmıştı. Bakanlar Kurulunun aldığı, "küçük terör odaklarında baskınlar yapılmasına" ilişkin kararla 11 Temmuz günü sabah erken saatlerde asker ve polis ile Fatsa'ya "Nokta Operasyonu" düzenlendi ve Fatsa Bağımsız Belediye Başkanı Sönmez ile beraber 300 kişi gözaltına alındı, bunlardan 250 kişi 15 Temmuz'da serbest bırakıldı.38 12 Temmuz'da sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve Kaymakam görevden alındı.39 DİSK Genel Başkanı ise Süleyman Demirel'i, "Çorum'u unutturmak için Fatsa olayını yaratmakla" suçladı.40 Sönmez 18 Temmuz'da tutuklandı.

Evren, 25 Ekim 1982'de Trabzon gezisi sırasında yaptığı bir konuşmada bu olayla ilgili şöyle dedi:

"Ve yine biliyorduk ki Fatsa kurtarılmış bir kasaba idi. Oralarda devletin kanunları işlemiyordu. Buralarda vatandaşlar sorunlarını devletin ilgili makamlarına değil, mahalle komitelerine bildirmekte ve şikâyetleri kendilerinin taktıkları isimle buralardaki 'Halk Mahkemelerinde' neticelendirilmekte ve hatta bu halk mahkemelerinde ölüm cezaları dahi verilmekte ve bu cezalar sokak ortasında herkesin gözü önünde kurşunlanarak icra edilmekteydi. Böyle sokak ortasında bu mahkeme kararlarının yerine getirildiği zamanları da biliyoruz."41

Anayasanın kabulünden sonra 21 Kasım 1982'de Fatsa'ya da ziyarette bulunan Evren, Fatsalılara teşekkür etti:

"Sevgili Fatsalı Kardeşlerim, Türkiye'nin neresinde çok çile çekilmiş, neresinde anarşi ve terör en yüksek noktalara çıkmış ise oralarda en büyük oy potansiyeline ulaşıldı. O hâlde bu gösteriyor ki vatandaş; anarşiden, terörden yana değildir. Vatandaş, huzur ve güven aramaktadır!"42

Zafer Bayramı ve Kudüs Mitingi

Necmettin Erbakan, 30 Ağustos 1980 günü Zafer Bayramı'nın Anıtkabir'deki kısmı ile Genelkurmay Başkanlığında yapılan kutlama törenlerine katılmadı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren tepki gösterdi:

"Genelkurmay Başkanı soruyor: Necmettin Erbakan 30 Ağustos'a karşı mı değil mi? Bunu soruyorum!"

Millî Selamet Partisinden yapılan açıklamada, "Karadeniz şehirlerinden birisinde vefat eden bir din adamının cenaze töreninden dolayı" Erbakan'ın kutlamalara katılmadığı belirtildi.43

Evren, Zafer Bayramı dolayısıyla radyo ve televizyonda yayımlanan konuşmasında, halkın ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının bayramını kutladıktan sonra ülkenin ve devletin içinde bulunduğu durumdan bahsederek şöyle dedi:

"Yurtta doğmasını düşledikleri kargaşa ile demokratik düzenin ve ülke bütünlüğünün yok edilmesini amaçlayan anarşinin idrakten yoksun vatan haini yaratıcıları, elbette layık oldukları cezayı bulacak, tarihimizde bir zamanlar türemeye yeltenen benzerleri gibi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kahredici yumruğu altında ezilerek akıttıkları kardeş kanlarının günahları içinde boğulup gidecekler ve yüce Türk ulusu, bağrından doğan Türk Silahlı Kuvvetlerinin yarattığı güven ortamı içinde sonsuza kadar birçok bayramları refah ve mutlulukla kutlayacaktır."44

23 Temmuz 1980'de İsrail'in Kudüs'ü başkent ilan etmesi sonucu Millî Selamet Partisi 6 Eylül 1980 Cumartesi günü Konya'da "Kudüs'ü Kurtarma Yürüyüş ve Mitingi" düzenledi. 100 binden fazla kişinin katıldığı mitinge bazı kişiler şalvar, cübbe ve sarıkla gelerek eski harflerin bulunduğu pankartlar açıp; "Şeriat gelecek, vahşet bitecek!", "Dinsiz devlet, yıkılacak elbet!" gibi sloganlar attı. Miting sırasında okunan İstiklal Marşı topluluk tarafından yuhalandı. "Ezan sesi istiyoruz. Bu marşı söylemiyoruz!" diye bağırıldı, Erbakan ve diğer Millî Selamet Partili kişiler kortej hâlinde Arapça pankartlarla ve ilahilerle yürüdü. Miting sırasında sürekli şeriat çağrısı yapılıp devlet protesto edildi. Evren bu olayı öğrendikten sonra "çok sinirlendiklerini" ifade edip bu mitingi "31 Mart Vakası provası" diye nitelemiştir.4546

Betül Tiftik mitingi partilerinin yapmadığını öne sürmüştür:

"Konya Mitingi'ni MSP olarak biz yapmadık. Bütün partilerin sahip çıkması için bir tertip heyeti düzenlendi ve önemine binaen bütün partileri ve liderleri davet etti."47

Ancak dönemin MSP'li Konya Belediye Başkanı Mehmet Keçeciler, mitingin MSP tarafından düzenlendiğini hatta kendisinin mitingden önce Erbakan ve Oğuzhan Asiltürk ile Ankara'da MSP Genel Merkezinde bu mitingi iptal ettirmek için görüştüğünü, iptal ettiremeyince MSP'den istifa ettiğini fakat bunun da kabul edilmediğini yıllar sonra belirtmiştir.48

Darbe

"Bayrak Harekâtı"

Müdahale, 12 Eylül 1980 gecesi Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından saat 03.00'te TRT, PTT ve diğer iletişim dairelerine el konularak başladı. İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Başbakan Süleyman Demirel'in konutu ve diğer bütün hedefler sorunsuz olarak ele geçirildi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşan Millî Güvenlik Konseyinin 12 Eylül 1980 sabahı saat 04.00'te radyolardan yayımlanan 1 numaralı bildirisiyle müdahale Türkiye'ye duyuruldu:

"Yüce Türk Milleti,

Büyük Atatürk'ün bize emanet ettiği, ülkesi ve milletiyle bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti son yıllarda izlediğimiz gibi dış ve iç düşmanların tahriki ile varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikrî ve fiziki haince saldırılar içindedir. Devlet, başlıca organları ile işlemez duruma getirilmiş, anayasal kuruluşlar tezat veya suskunluğa bürünmüş, siyasi partiler kısır çekişmeler ve uzlaşmaz tutumları ile devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamamışlar ve lüzumlu tedbirleri almamışlardır. Böylece yıkıcı ve bölücü mihraklar faaliyetlerini alabildiğine artırmışlar ve vatandaşların can ve mal güvenliği tehlikeye düşmüştür. Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirler üretilerek sistemli bir şekilde ve haince ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en masum köşelerindeki yurttaşlarımız dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirilmişlerdir. Kısaca devlet güçsüz bırakılmış ve acze düşürülmüştür.

Aziz Türk Milleti,

İşte bu ortam içerisinde Türk Silahlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanunu'nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünü ile el koymuştur. Girişilen harekâtın amacı; ülke bütünlüğünü korumak, millî birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mâni olan sebepleri ortadan kaldırmaktır. Parlamento ve hükûmet feshedilmiştir. Parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir. Yurt dışına çıkışlar yasaklanmıştır. Vatandaşların can ve mal güvenliğini süratle sağlamak bakımından saat 05.00'ten itibaren ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı konulmuştur. Bu kollama ve koruma harekâtı hakkında teferruatlı açıklama bugün saat 13.00'teki Türkiye Radyoları ve Televizyonun haber bülteninde tarafımdan yapılacaktır. Vatandaşların sükûnet içinde radyo ve televizyonları başında yayımlanacak bildirileri izlemelerini ve bunlara tam uymalarını ve bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetlerine güvenmelerini beklerim."

6 numaralı bildiri ile Kenan Evren'in Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları için hazırladığı mesaj saat 06.35'te radyolardan yayımlandı:

"Kahraman Silah Arkadaşlarım,

Türkiye Cumhuriyeti'nin ülke bütünlüğü ve ulusal birlik ve beraberliğinin maruz kaldığı hayati tehlike karşısında Türk Silahlı Kuvvetleri, kendisine İç Hizmet Yasası ile verilmiş tarihî görevini ulusunun büyük çoğunluğunun ümit ve özlemle beklediği doğrultuda üstün disiplin anlayışı, sınırsız yurt ve ulus sevgisi, bilinçli bir kararlılık ve vakarla ifa ederek yönetime el koymuş ve tüm ülkede kısa sürede tam ve kesin kontrolü sağlamış bulunmaktadır. Ekonomik, sosyal ve siyasal sorunların yarattığı sayısız bunalımlar ulusal varlığımıza kastederken bu tarihî karara başvurulmasaydı Ulu Atatürk'ün kutsal emanetleri ve ilkeleri sapık ideolojilerin kölesi olacak ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurduna geleneksel ve sınırsız bağlılığı, eşsiz kahramanlık ve fedakârlığı, şanlı tarihinin ve ulusunun önünde bu felaketin ağır vebali altında kalacaktı.

Aziz Silah Arkadaşlarım,

Sizlere, üstün gayret ve feragatle yürüttüğünüz hizmetlerinizin yanında yüce Türk ulusunun refah ve mutluluğunun sağlanması için anarşi, terör, bölücülük ve komünist, faşist, fanatik dinsel ideolojilerle mücadelede başarılı olacağınıza kesin inanç beslediğim tarihî ve şerefli sorumluluk tevdi ediyorum. Gücünüzü aziz Türk ulusunun vefa dolu kalbinde sizler için yaşattığı büyük güven ve gururdan, damarlarınızda yurt sevgisiyle alevlenen asil kandan ve bayrağınızla birlikte ebediyete kadar götürmeye ant içtiğiniz Atatürk İlkeleri'nden alacaksınız. Ülkemizin geçirdiği felaketli ve bunalımlı dönemlerde ulusumuzun daima en büyük destek ve güvenine mazhar olan şahsi çıkar ve ikbal hırsından uzak yüksek feragat ve fedakârlığınız, üstün disiplin anlayışınız, sonsuz çalışma ve başarma azminiz, vakur ve bilinçli hizmet aşkınız, Türkiye Cumhuriyeti'nin Atatürk İlkeleri doğrultusunda ebediyete kadar hür ve bağımsız yaşatılmasında en kutsal ülkünüz olacaktır.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin bütün mensuplarının geçmişte olduğu gibi bugün de emir komuta zinciri içinde alacakları görevleri üstün disiplin ruhu ve vatanseverlik duyguları ile güçlerini de aşan gayretle ifa etmelerini, her türlü kışkırtıcı faaliyete karşı kendilerinden beklenen olgunluk ve soğukkanlılığı göstermelerini, yüce ulusumuzun nazarında Türk Silahlı Kuvvetlerinin sahip olduğu saygınlığı zedeleyici söz ve davranışlardan kaçınmalarını, iç ve dış tehditlere karşı daima uyanık ve hazır bulunmalarını rica ederim."

Saat 13.00'te ise Kenan Evren radyo ve televizyondan canlı yayında şu konuşmayı yaptı:

  • Yüce Türk Milleti,

30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla sizlere radyo ve televizyondan hitap etmek imkânını bulmuş ve ayrılan kısıtlı süre içerisinde, mümkün olduğu kadar yurdumuzun içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik durumu ile anarşik ve bölücü eylemleri, alınması gereken tedbirleri çok kısa olarak izah etmeye çalışmıştım. Yine çok iyi hatırlayacaksınız ki iki yıldır her fırsattan istifade ile muhtelif defalar verdiğim beyanat ve radyo-televizyon konuşmalarımda da bu hayati önemi olan konuları dile getirmiştim.

Kalbi bu vatan ve millet için atan sağduyu sahibi vatandaşlarım kabul edeceklerdir ki ülkemizin hâlen içinde bulunduğu hayati önemi haiz siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlar devlet ve milletimizin bekasını tehdit eder boyutlara ulaşmış ve bu hâl devletimizi cumhuriyet tarihinin en ağır buhranına sürüklemiştir.

Yine hepinizin bildiği gibi anarşi, terör ve bölücülük her gün 20 civarında vatandaşımızın hayatını söndürmektedir. Aynı dinî ve millî değerleri paylaşan Türk vatandaşları, siyasi çıkarlar uğruna çeşitli suni ayrılıklar yaratılmak suretiyle muhtelif kamplara bölünmüş ve birbirlerinin kanlarını çekinmeden akıtacak kadar gözleri döndürülerek âdeta birbirlerine düşman edilmişlerdir.

Atatürk ilkelerini esas alarak kurulan cumhuriyetimizin bu duruma düşürülebileceğini bundan 10 sene evvel tasavvur dahi etmek mümkün değildi.

Bugüne kadar iktidara gelen çeşitli hükûmetlerin, her yıl artan bir hız ile yaygınlaşan ve dünya tarihinde sayısız örnekleri görülen özel harbin sızma ve çökertme harekâtına karşı iç güvenliği sağlayacak kararları ve tedbirleri birinci öncelikle alacaklarını vadetmelerine rağmen sonuç alacak teşebbüsleri; siyasi çıkar çatışmaları ve basit parti hesapları, kaprisler, hayaller, gerçek dışı talepler ve Türk Devletinin niteliklerine ters düşen gizli ve açık emeller arasında kaybolup gitmiştir.

Düşmanın amaç ve yöntemleri, anarşi, terör ve bölücülüğün ulaştığı düzey; özel hukuki tedbirlere, idari düzenlemelere, sosyal koşulların geliştirilmesine, millî eğitim ve iş hayatının düzenlenmesine ihtiyaç göstermekteyken milletin vekâletini taşıyan milletvekilleri ve senatörler Meclislerde aylardan beri hiçbir sorumluluk duymadan, yalnız parti menfaat ve disiplini uğruna bu olaylara seyirci kalabilmişlerdir. İktidarların başarı ümit ederek aldıkları her tedbir, muhalefetler tarafından kınanarak ve hatta memleket yararına da olsa baltalanmıştır. Millî birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğumuz dönemlerde bile kutuplaşmalar ve bölünmeler âdeta teşvik edilmiş, yangını beraberce söndürmek yerine üzerine benzin dökülerek memleket bilerek ve siyasi çıkarlar uğruna, sırf iktidara gelebilmek pahasına bir yangın yerine çevrilmek istenmiştir.

Ağızlarından düşürmedikleri hukuk devleti kavramı bir kısım anayasal kuruluşlarca, devletin parçalanması pahasına da olsa yalnız kişilerin müdafaası olarak yorumlanmış, devletin ve milletin savunulması ise sahipsiz kalmıştır.

Anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesinin birlikte getirdiği sorumluluk, uygulamada kuvvetler çatışmasına dönüştürülmüştür.

Düşüncelerimiz, dinimiz üzerinde ve akla gelebilen her konuda dış ve iç kaynaklı bölücü ve yıkıcı faaliyetler bütün şiddetiyle sürdürülürken ne hazindir ki bir kısmı gerçeğe uymayan özerklik, dar görüşlü, sahibinden başkasının inanmadığı, bilimsellik ve koşulları dikkate almayan salt hukuk savunucuları, yıkılacak devletin enkazı altında kalacaklarının, yok olup gideceklerinin idraki içinde olamadıkları görünümünü vermişlerdir. Bu acı hakikatleri görüp çare arayanların veya Türk ulusunu uyaran ve milleti bütünleşmeye davet edenlerin ise seslerini duymak mümkün olamamıştır. (Bir kısım kıymetli Türk basınının bu konuda zaman zaman yaptıkları uyarıları burada şükranla belirtmek isterim.)

Siyasi partiler, bu kritik dönemde milletin özlemle beklediği önlemleri almak yerine iç gerilimi devamlı artırarak, yıkıcı ve bölücü mihrakları büsbütün kışkırtarak onlara cüret ve cesaret verecek beyan ve eylemleri ile âdeta yarışırcasına seçim yatırımları için zemin yaratma yollarını tercih etmişlerdir.

İktidara gelen siyasi partiler, devlet teşkilatının bütün kademelerini kendi görüşleri doğrultusundaki kişilerle doldurarak kamu görevlilerinin ve vatandaşlarımızın bir tarafa girerek kamplara bölünmesini zorunlu hâle getirmişler, giderek anarşi ve bölücülüğü destekleyen kaynakların şekillenmesine ve kamu kuruluşlarında çalışanlarla polis ve öğretmenlerin dahi birbirine düşman kamplara ayrılmalarına neden olan partizan tutum ve davranışlardan vazgeçmemişlerdir. Böylece tarafsız halkımız, devletten beklediklerini parti kapılarında aramaya mecbur bırakılarak devlet otoritesi yok olmaya, vatandaşların hak ve hukukunu korumak ve ona tarafsız hizmet götürmek yerine devletin saygınlığı yavaş yavaş erimeye mahkûm olmuş ve dolayısıyla ülkemizde tam otorite boşluğu teşekkül etmiştir.

Bir kısım bedbahtlar; Türk milletinin bağımsızlığını, birlik ve beraberliğini temsil eden İstiklal Marşı'mıza, koyu taassup veya sapık ideolojik amaçlarla protesto maksadıyla oturarak veya İstiklal Marşı yerine enternasyonali söyleyerek açıkça saygısızlık gösterebilmişler ve buna doğrudan sorumlu kişiler tevil yoluna sapmak suretiyle savunmalarını yapabilmişlerdir.

Uzun zamandan beri bu fevkalade üzücü olayları yakından takip eden Türk Silahlı Kuvvetleri, hatırlayacağınız gibi milletin kendisine verdiği yetkileri kullanamayan ve bu korkunç gidişi acz içinde seyreden anayasal kuruluşların tümünü cumhurbaşkanımız aracılığıyla uyararak alınması gereken tedbirlere de yer vermek suretiyle büyük Türk milletine karşı yüklendiği sorumluluğu dile getirmiştir. Aradan geçen 8 aylık süre içerisinde yaptığımız sayısız uyarmalara rağmen hemen hemen bu tedbirlerin hiçbirine yasama ve yürütme organları ile diğer anayasal kuruluşlardan yeterli bir cevap alınamamış ve bu konuda müspet faaliyetleri de izlenememiştir. Bu uyarı mektubundan sonra bir kısım yasaları etkisiz hâle getirerek çıkaran Meclislerimiz, 22 Mart 1980 tarihinden beri siyasi çıkar hesapları ile çıkmaza sürüklenen cumhurbaşkanlığı seçiminden dolayı içinde bulunduğumuz buhran ile mücadelede en kıymetli unsur olan zamanı fütursuzca harcamışlardır. Dünyanın hiçbir ülkesinde cumhurbaşkanlığı makamı ve seçimi bu kadar hafife alınmamış ve bu kadar zaman boşa harcanmamıştır.

Asayiş ve ekonomik bunalıma çareler getirmesi ve kanunlar yapması beklenen yasama organlarımız, memleket üzerine çöken bu kâbusa karşı kayıtsız kalmışlardır.

Anayasamız, Türk vatandaşlarının dini inançlarından ötürü kınanamayacağını açıkça belirtmiş olmasına rağmen tek bir oyun peşinde koşan siyasi partilerimiz, yüce Atatürk'ün cumhuriyeti döneminde unutulmuş mezhep ayrılıklarını kışkırtmakta faydalar görerek Erzincan, Sivas, Kahramanmaraş, Tunceli ve Çorum illerinde siyasi çıkarlar uğruna vatandaşlarımızın birbirini katletmelerine neden olmuşlardır.

Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan ve kendini Türk vatandaşı kabul eden herkesin tek bir vücut hâlinde Türk milletini oluşturduğu unutulmuş ve değişik mezheplere bağlı vatandaşlarımızın tam bir kardeşlik bağı ile kaynaşmalarını engellemek isteyen kışkırtıcılar siyasi destek görmüşlerdir.

Bir kısım anayasal kuruluşlar muhtelif etkiler altında anarşi, terör ve bölücülük karşısında tarafsız, adil ve ortak bir yol izlemek yerine bizzat Anayasanın ihlali karşısında dahi sessiz kalmayı tercih etmişlerdir.

Bütün bu şartlara rağmen hukuk devletinin temel ilkelerini savunmakla görevli anayasal kuruluşlarımız, devletin en üst kademesindeki anarşizmin yarattığı tehlikenin büyüklüğünü idrak edemediklerinden veya terör odaklarının tehdidinden çekindiklerinden devletin temellerine konan dinamitle her an parçalanma tehlikesi karşısında olduğunu gözlerden kaçırmaya çalışmışlardır. Devlet çökertildiği zaman Anayasanın kanatları altına sığınan tüm hukuk kurumları ile özerk bilim ve müessese ve derneklerinin bu enkaz altında yok olacağı unutulmuştur.

Son iki yıllık süre içinde terör 5241 can almış, 14152 kişinin yaralanmasına veya sakat kalmasına sebep olmuştur. İstiklal Harbi'nde, Sakarya Savaşı'ndaki şehit miktarı 5713, yaralı miktarımız 18480'dir. Bu basit mukayese dahi Türkiye'de hiçbir insanlık duygusuna değer vermeyen bir örtülü harbin uygulandığını açıkça ortaya koymaktadır.

Sevgili Vatandaşlarım,

İşte bütün bunlar ve buna benzer sayılabilecek ve hepiniz tarafından yakinen bilinen daha birçok sebeplerden dolayı Türk Silahlı Kuvvetleri; ülkenin ve milletin bütünlüğünü, milletin hak, hukuk ve hürriyetini korumak, can ve mal güvenliğini sağlayarak korkudan kurtarmak, refah ve mutluluğunu sağlamak, kanun ve nizam hâkimiyetini, diğer bir deyimle devlet otoritesini tarafsız olarak yeniden tesis ve idame etmek gayesiyle devlet yönetimine el koymak zorunda kalmıştır. Bugünden itibaren yeni hükûmet ve yasama organı kuruluncaya kadar muvakkat bir zaman için yasama ve yürütme yetkili benim başkanlığımda Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanından oluşan Millî Güvenlik Konseyi tarafından kullanılacaktır.

Büyük Atatürk'ün deyimiyle, "Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak, yurdumuzu dünyanın en mamur ve en uygar araç ve kaynaklarına sahip kılmak" hedefine yönelik hızlı bir kalkınma döneminin en kısa zamanda gerçekleştirilmesi zaruretine inanıyoruz. Bu inancımızın gerçekleşmesi için yüce ulusumuzun, bağrından çıkardığı ve yurdumuzdaki kutuplaşmada hiçbir tarafı tutmayan, sadece Atatürk ilkeleri doğrultusunda yürüyen Türk Silahlı Kuvvetleri yönetimine güveneceğinden kuşkumuz yoktur. İçinde bulunduğumuz buhrandan çıkmamız için ulusça arzu edildiğine inandığımız, disiplinli ve her türlü tasarrufa ağırlık veren bir yaşam ve dayanışma ortamına girilmesini ve milletçe gücümüzün tümünü ortaya koyacak bir çalışma hızını bekliyor ve yüce Türk milletine güveniyoruz.

Vatandaşlarımızı kederde, kıvançta ve tasada ortak bir bütün hâlinde millî şuur ve ülküler etrafında birleştirmenin iç barış ve huzurun sağlanmasında vazgeçilmez faktör olduğu düşüncesiyle Atatürk milliyetçiliğinden hız ve ilham almanın, politikada "Yurtta sulh, cihanda sulh." ilkesine bağlı kalmanın, Millî Mücadele ruhunun, millet egemenliğine Atatürk ilke ve devrimlerine olan bağlılığın tam şuurunu yerleştirmek ve geliştirmekle ülkemize yönelik tehditlerin ulusça göğüsleneceğine inanıyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti, NATO dâhil tüm ittifak ve anlaşmalara bağlı kalarak başta komşularımız olmak üzere bütün ülkelerle karşılıklı bağımsız ve saygı esasına dayalı, birbirlerinin iç işlerine karışmamak kaydıyla eşit şartlar altında ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerini geliştirme kararındadır.

Uluslararası sorunların barışçı yollarla çözümlenmesinden yana bir dış politika izlenmesine devam edilecektir.

Birçok tutum ve davranışlarıyla demokratik, özgürlükçü parlamenter sisteme inancını defalarca kanıtlayan Türk Silahlı Kuvvetleri, en kısa zamanda Bakanlar Kurulunu kurarak yürütme sorumluluğunu bu Kurula bırakacak ve hür, demokratik parlamenter sistemin şimdi olduğu gibi dejenere edilmesine ve tıkanmasına mâni olucu ve Türk toplumuna yaraşır bir Anayasa ve Seçim Kanunu ile Partiler Kanunu'nu hazırlamayı ve bunlara paralel düzenlemeleri yapmayı müteakip insan hak ve hürriyetlerine saygılı, millî dayanışmayı ön plana alan, sosyal adaleti gerçekleştirecek, ferdin ve toplumun huzur, güven ve refahına önem veren özgürlükçü, demokratik, laik ve sosyal hukuk kurallarına dayalı bir yönetime ülke idaresini devredecektir.

Sayılan bu hazırlıklar tamamlanıncaya kadar yurdumuzda her türlü siyasi faaliyetler her kademede durdurulmuştur. Zorunlu olarak faaliyetleri durdurulan siyasi partilerin, yeniden hazırlanacak Anayasadaki düzenlemelere ve yeni Seçim ve Partiler Kanunu'na göre zamanı, koşulları ilan edilecek seçimlerden yeterince önce faaliyete geçmesine müsaade edilecektir.

Parlamento üyeleri, siyasi faaliyetlerden dolayı suçlanmayacak ve yeni yönetime karşı suç teşkil edecek tutum ve davranışlarda bulunmadıkları sürece haklarında herhangi bir işlem yapılmayacaktır.

Ancak kanunların suç kabul ettiği fiilleri vaktiyle işlediği saptanan parlamenterler hakkında gerekli kovuşturma yapılacaktır. Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Millî Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partilerinin parti başkanları, şimdilik can güvenliklerinin sağlanması amacı ile Silahlı Kuvvetlerin koruma ve gözetiminde belirli yerlerde ikamete tabi tutulmuşlardır. Durum müsait olunca serbest bırakılacaklardır.

Memlekette idarenin tam bir tarafsızlık içinde vatandaşın hizmetine koşması sağlanacaktır. Devlet hizmetinde bulunanların siyasi etkiler dışında çalışmaları kanun hâkimiyeti altına alınacaktır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyduğu şu anda devletin yanında tarafsız ve adil hizmet görecek yöneticiler, eski zamanın siyasi davranışlarına yönelmedikçe hizmet ve görevlerine devam edeceklerdir.

Kanun ve nizam hâkimiyetini sağlamada tecrübeli ve yetenekli kişilerden oluşan mahkemelerin süratle ve doğru kararlar verebilmelerini ve bunları korkusuzca uygulayabilmelerini sağlayacak yasal ve idari tedbirler alınacaktır.

Memleketin ekonomik koşullarını kendi gücümüzle iyileştirmek için her alanda elden gelen gayret sarf edilecektir. Çalışkan ve vatanperver Türk işçisinin mevcut ekonomik koşullar çerçevesinde her türlü hakları korunacaktır.

Ancak temiz Türk işçisini sömüren, onları kendi ideolojik görüşleri istikametinde kullanmak için her türlü baskı oyunlarına başvuran, işçinin hakkı yerine kendi menfaatlerini ön planda tutan bazı ağaların bu faaliyetlerine asla müsaade edilmeyecektir.

Tüm işverenlerin, iş barışının koşullarını sağlayacak esaslardan ayrılmadan, üretimin artırılması ve ihracata yönelik gayretlerin gelişmesine yardımcı olmaları için her türlü tedbir alınacaktır.

Köylünün milletin efendisi olduğu inancını, kuvveden fiilen çıkarmak için tarım alanında üretimi artıracak bir tarım seferberliği ve fiyat politikası ile gerekli diğer önlemlerin alınmasına bilhassa önem verilecektir. Türk köylüsünün, tarlasından ayrılıp şehirlere göç etmesini zorlayan ekonomik ve sosyal nedenlere çare aranacaktır.

Eğitim ve öğretimde Atatürk milliyetçiliğini yeniden yurdun en ücra köşelerine kadar yaygınlaştıracak tedbirler en kısa zamanda alınacaktır.

Yarının teminatı olan evlatlarımızın Atatürk ilkeleri yerine yabancı ideolojilerle yetişerek sonunda birer anarşist olmasını önleyecek tedbirler alınacaktır. Bu maksatla hepimizin tek tek saygıyla andığımız öğretmenlerimizin "Der"li, "Bir"li derneklere üye olarak bölünmelerine müsaade edilmeyecektir. Her düzeyde öğrencinin amacı, Atatürk ilkeleri ve milliyetçiliği ile pekişmiş ve üretime yönelik bilgi ve becerisini kazanmak olacaktır.

En kıdemsiz erinden en üst komutanına kadar Türk Silahlı Kuvvetlerinin tüm personeli, bu amaçlara ulaşmada, devletin iç ve dış tehditlere karşı kollayıcı ve koruyucu gücü olarak siyasetin dışında kalacaktır.

Aziz Yurttaşlarım,

Bir defa daha belirtiyorum ki Silahlı Kuvvetler; aziz Türk Milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır.

Komutan, subay, astsubay ve erler olarak hepimiz vatan ve milletin refah ve mutluluğu uğruna her şeyimizi, bu arada hayatımızı dahi seve seve feda etmeye hazırız. Memlekette her zaman bulunabilen ve özellikle son zamanlarda çoğalan kötü niyetli birçok kişi ve kuruluşlar sizlere yalanlar düzerek bunun aksini söyleyebilecekler ve menfi propagandalara başvurabileceklerdir. Bunlara asla inanmayınız. Bütün uygulamalar milletin gözü önünde yapılacaktır.

Kıymetli Vatandaşlarım,

Her zaman milletiyle bir bütün ve Türk milletinin emrinde olan Türk Silahlı Kuvvetlerine ve yeni yönetime karşı yapılacak her türlü direniş, gösteri ve tutum anında en sert şekilde kırılarak cezalandırılacaktır.

Yurtta kan dökülmemesi için bütün vatandaşlarımın tahriklere kapılmaksızın sükûnet içinde, yayımlanacak bildiriler doğrultusunda hareket etmelerini ve ikinci bir bildiriye kadar sokağa çıkmamalarını rica ederim.

Vatandaşlarımın birbirlerinin hak ve hukukuna saygılı olmalarını, sevgi içinde kırgınlıklarını unutmalarını, hepimizin bu mübarek topraklar üzerinde aynı haklara sahip bir Türk vatandaşı olduğumuzun idraki içerisinde olarak yeni yönetime yardımcı olmalarını vatanseverlik ve asil karakterlerinden bekler, mutlu ve aydınlık yarınlar dilerim.

12 Eylül günü 2 numaralı bildiriyle de ülke genelinde 13 sıkıyönetim bölgesine 13 general sıkıyönetim komutanı olarak atandı. 7 numaralı bildiriyle siyasi partilerin faaliyetlerinin yasaklanmış olduğu ve Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışındaki derneklerin faaliyetlerinin de durdurulmuş olduğu duyuruldu. Emniyet Genel Müdürlüğü başta olmak üzere polis teşkilatı Jandarma Genel Komutanlığının emrine verildi. Darbe günü Emniyet ve Millî İstihbarat Teşkilatı üst düzey yöneticileri Genelkurmay Başkanlığına davet edildi ve TRT ile PTT genel müdürleriyle beraber tecrit edildiler.49 20 Eylül'de ise Kenan Evren eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülend Ulusu'yu başbakan olarak görevlendirdi50 ve 21 Eylül'de Ulusu'nun sunduğu Bakanlar Kurulu listesi Millî Güvenlik Konseyi tarafından onaylandı.

Hamzakoy ve Uzunada

Kenan Evren; parti liderlerinin evlerine sadece subayların gitmemesini, subaylarla birlikte birer milletvekili veya bakanın da bulunmasını, çok kibar hareket edilmesini emretti. Evren bu emri, "liderlerin heyecanlanıp kalp krizi geçirmeleri ihtimalini düşünerek" verdiğini sonradan Anıları'nın ilk cildinde açıklayacaktı. Darbenin 04.00'te ilanından sonra aynı gün sabah saat 05.30'da Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan'a Evren tarafından birer tebliğ gönderildi. Tüm tebliğlerde, "TSK yönetime el koymuştur. Hükûmetiniz feshedilmiş, parlamento üyeliğiniz düşmüştür. Talimatı getiren subayın ikazlarına uyunuz." ifadesiyle birlikte gidecekleri adresler belirtilmekteydi. Ecevit ve Demirel için Gelibolu Hamzakoy, Erbakan için ise İzmir Uzunada adres olarak verildi.51 Eşleriyle gitmelerine izin verildi. Ecevit ve Demirel eşleriyle birlikte aynı uçakla Hamzakoy'a götürüldü. Yaklaşık bir ay boyunca, 11 Ekim 1980'e kadar, burada kaldılar. Erbakan da aynı gün uçakla Uzunada'ya götürüldü.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş evinde bulunamadı. 12 Eylül günü de ortaya çıkmadı. Bunun üzerine 13 Eylül günü Evren'in emriyle bir tebliğ yayımlandı. Tebliğin üçüncü maddesi şöyleydi:

"MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, 14 Eylül 1980 günü saat 13.00'e kadar en yakın garnizon komutanlığına müracaat etmediği takdirde kendisinin Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı bildirilerine ve Millî Güvenlik Konseyi emirlerine uymadığından dolayı suçlu duruma düşeceği açıklanır."

Türkeş ertesi gün Ankara Sıkıyönetim Komutanlığına teslim oldu. Hemen Uzunada'ya Erbakan'ın yanına gönderildi.

Basın

Uluslararası ajansların son dakika notuyla geçtiği 12 Eylül Darbesi{{'}}ni Türkiye'nin önde gelen gazeteleri aynı tarihte attıkları manşetlerle okuyuculara duyurdu. Dönemin büyük gazetelerinden Milliyet, "Parlamento ve hükûmet feshedildi, bütün yurtta sıkıyönetim ilan edildi. SİLAHLI KUVVETLER YÖNETİME EL KOYDU."; Hürriyet, "BÜTÜN YURTTA SIKIYÖNETİM İLAN EDİLDİ. Ordu yönetime el koydu."; Cumhuriyet, "Parlamento ve hükûmet feshedildi. Silahlı Kuvvetler yönetime el koydu." başlıklarıyla duyurdu.52

Basının öne çıkan isimlerinden Cumhuriyet yazarı Uğur Mumcu, darbeyi "yağmurun yağması gibi doğal bir olay" şeklinde tanımladı:

"Devlet, devlet olmaktan çıkar; parlamento, on beş gün içinde seçilmesi gereken cumhurbaşkanını seçmez ve ülke baştan başa örtülü bir iç savaşın kanlı arenasına dönüşürse Silahlı Kuvvetlerin yönetime el koymasından doğal ne olabilir ki?"53

Milliyet yazarı Refik Erduran şu ifadeleri kullandı:

"Başka ülkelerde yönetim olağanüstü bir yoldan el değiştirirken genellikle kan akar. Bizde ise 12 Eylül 1980, yıllardır kansız geçen ilk gün oldu."

Günaydın yazarı Hüsamettin Çelebi'nin değerlendirmesi ise şu oldu:

" 'Kara bahtlı vatan ana kurtarılsın.' diyor, bu kurtarılışın siyasi kadroların basirete dönmeleriyle gerçekleştirilmesini diliyorduk. Böyle olmasını isteyenlerin başında Genelkurmay Başkanı Sayın Evren ile Türk Silahlı Kuvvetleri Yüksek Komuta Kademesinde görev yapan arkadaşlarının yer aldıklarından hiç kuşku duyulamaz. İşin özü, siyasi kadroların beklenen basireti gösteremedikleri ve komutanların, bütün iyi niyet ve uyarılarına rağmen sonuç alamayınca yönetime el koymak zorunda kaldıklarıdır. Gelişmenin böyle olduğuna, Türk Silahlı Kuvvetleri Komutanlarının rejimin gereklerine azami dikkati göstererek yaptıkları uyarılardan sonuç alamayınca müdahalede bulunduklarına bütünüyle millet tanıktır. Tanrı tanıktır. Yarın tarih de tanıklık edecektir."

Hürriyet yazarı Cüneyt Arcayürek, darbenin bir zorunluluk olduğunu savundu:

"Orgeneral Evren'in böyle müdahalelere hiç yatkın olmadığını, hiçbir zaman arzulamadığını bizzat biliyorum. Defaatle konuştum kendisiyle. Her seferinde bütün iyi niyetiyle ülke için gerekli gördüklerini yetkili kesimlerin sağlamasından yana olduğunu içi yanarak anlatmış, sonuç alınamamasından duyduğu üzüntüyü dile getirmişti. Nihayet Evren Paşa ordunun başıdır ve ordu, geleneksel Atatürkçülüğe bağlı bir güç olduğu için bir gün 'yapılamayanları yapmak zorunda' kalabilirdi. Bu zorunluluk 12 Eylül günü ve gecesi gerçekleşti."

Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç, siyasetçileri eleştirdi:

"Son 35 yılda nice demokrasi çığırtkanı tanıdık. Hepsinin de marifeti Türkiye'ye getire getire kakokrasiyi getirmek oldu. Oysa demokrasiyi hasta yatağından kaldırıp ayağa dikmek görevi şimdi ordunun omuzlarında. Demokratik çerçeve içinde ordusuna bir türlü yer bulamayan o çığırtkan takımı, artık bir kez olsun kızarmayı öğrenirse ne mutlu 12 Eylül'e..."

Halk

Kenan Evren, darbeden sonra, "halkın bankalara hücum ederek fazla para çekmesinden" endişe ediyordu. 15 Eylül Pazartesi akşamı, bankalara yatırılan mevduatın çekilenden daha fazla olduğu öğrenildi. Evren bu durumu, "halkın yeni yönetime duyduğu güvenin güzel bir örneği" olarak yorumladı.54

Evren ve diğer Millî Güvenlik Konseyi üyeleri 2 Ekim 1980'de Van'a gitti. Komutanlar Van'da büyük bir kalabalık tarafından karşılandı. Kurbanlar kesildi. Halk tezahüratta bulundu. Evren halkın karşısında ilk kez Van'da konuştu.55 Türkiye'nin birçok iline giden Evren ve diğer komutanlar, halktan büyük destek gördü. Bu dönemde, "Ya ya ya şa şa şa Evren Paşa çok yaşa!" tezahüratı popüler oldu.56

Amerika Birleşik Devletleri'nin rolü iddiası

Mehmet Ali Birand'ın, Amerika Birleşik Devletleri Hükûmetinin darbeden haberdar olduğuna dair iddiaları 12 Eylül'de ABD'nin rolü konusunu tartışmalara açtı. Bu iddia ilk kez Birand'ın 12 Eylül Saat: 04.00 adlı kitabında ortaya atılmış olup kitapta, 1997'de yaptığı röportajda "Bizim çocuklar işi bitirdi." minvalindeki mesajın bir diplomat tarafından ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze'ye iletildiği iddia edilmektedir. Kitapta Henze'ye askerî müdahale haberini ulaştıran diplomatın, "Seninkiler nihayet yaptı." ve "Senin generaller Türkiye'de darbe yaptılar." cümlelerini kullandığı, Henze'nin ise bu habere tepkisinin "Öyle mi? Çok memnun oldum." şeklinde olduğu iddia edilmiştir. Paul Henze daha sonra 2003 yılında Zaman gazetesine verdiği röportajda "12 Eylül darbesinin yapıldığı gün Başkan Carter'a 'Bizim çocuklar bu işi başardı' demedim. Bu tümüyle bir efsane, mit. Birand'ın uydurmuş olduğu bir şey" diyerek böyle bir konuşmanın geçmediğini ifade etti.57 Bu röportaj üzerine Birand, Paul Henze ile yaptığı röportajın ilgili kesitini yayımladı.58 Bu kesitte Birand'ın "Başkan Carter'a mesajınız neydi" sorusu üzerine Henze'nin "Tam olarak ne söylediğimi hatırlamıyorum. Ama Ulusal Güvenlik Konseyi'nden beni arayan kişinin şöyle bir şey dediğini hatırlıyorum. Ankara'daki çocuklar yaptılar." cevabını verdiği görüldü.59 Öte yandan Henze, ABD Başkanı Carter'a darbenin haber verilmesi için telefon açtığı sırada Başkan'ın bulunduğu yerden ayrılmasına gerek olmadığını, "Darbe olumlu bir gelişmeydi. Ertesi sabah Washington'a rahatlama duygusu hakimdi." gerekçesiyle ifade etti.60

Diğer taraftan Kenan Evren, 6 Haziran 2011'de kendi evinde Savcı Hüseyin Görüşen'e (15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrası meslekten ihraç edildi ve yargılandı.) verdiği ifadede, "Bizim müdahale kararımızda Amerika Birleşik Devletleri'nin bilgisi ve desteği yoktur." ifadelerini kullandı. Evren, darbe sonrası düzenlenen basın toplantısındaki, "Darbeden önce ABD ile istişarede bulunuldu mu?" sorusuna da, "Suret-i kat'iyede hayır. Ankara'da tanklı taburumuzun Amerikalı yetkililere tesadüf etmesi ve darbeye 2 saat kalması üzerine onlara haber verdik." yanıtını verdi.

Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya da konuyla ilgili olarak, "11 Eylül 1980 günü Türkiye’ye döneceğim sırada Amerika Genelkurmay Başkanı ile kahvaltı ettik. Bir gün sonra Türkiye’de askerî müdahalenin olduğu kendisine söylendiğinde şaşırarak böyle bir şeyi kendisine söylemediğimi beyan etmiş. Yabancı bir ülkeden kesinlikle emir ve talimat almam." şeklinde bir demeçte bulundu.

2011-2014 yılları arasında ABD Ankara Büyükelçisi olan Francis J. Ricciardone, Jr. de kendisine, "Darbe sizin desteğinizle mi oldu?" sorusunu, "Sizler buna inanıyorsunuz ama gerçek öyle değil. O günlerde insanlar darbenin gelmesini bekliyor ve istiyordu, biz de elçilikte tahminde bulunuyorduk, bilmiyorduk." şeklinde cevaplandırdı.

12 Eylül dönemi

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren başkanlığında oluşturulan ve kuvvet komutanlarının yer aldığı Millî Güvenlik Konseyi, 1983 Türkiye genel seçimlerine kadar Türkiye'ye ilişkin tüm kritik kararları aldı. 12 Eylül 1980'de başlayan askerî rejim, 7 Aralık 1983'te sona erdi.

"Anarşi ve terörle mücadele"

12 Eylül Darbesi'nin başlıca gerekçesi olarak "anarşi ve terör" gösterildi. 12 Eylül 1980'den önce 5000'den fazla insan ölmüştü. 12 Eylül Yönetimi, ilk hedef olarak "anarşi ve terörün yok edilip can ve mal güvenliğinin sağlanacağını" açıkladı. Kenan Evren, bu hedefe ulaşmak için sıkıyönetim komutanlarına "bütün yetkilerini kullanmaları ve olayların üzerine cesaretle gitmeleri" emrini verdi. Bu husus, Millî Güvenlik Konseyinin 2 numaralı bildirisiyle ülkeye duyuruldu. Bildirinin bir yerinde şu ifadeler yer aldı:61

"Sıkıyönetim Komutanlıkları; ülkede devlet otoritesinin tesisi, asayiş, emniyet, huzur, can ve mal güvenliğinin sağlanması için lüzum görecekleri her türlü tertip ve tedbiri almaya yetkili kılınmışlardır. Bütün vatandaşlar; devlet otoritesinin tesisi, asayiş, emniyet, huzur, can ve mal güvenliğinin kısa sürede sağlanması için Sıkıyönetim Komutanlıklarının aldığı ve alacağı kararlara, tedbirlere ve yayımlanacak bildirilere titizlikle uyacaklardır."

Evren diğer yandan; lüzumlu kanunların hemen ele alınması, evvelce teklif edilip uzun süre Meclis Komisyonlarında ve Genel Kurulda bekletilip kanunlaşmayan kanun tasarılarının ele alınması, yeniden çıkarılması gereken kanunların tasarılarının en kısa zamanda önüne getirilmesi emrini de verdi.

12 Eylül'ün üçüncü ayı bitmeden 6 Aralık 1980 Cumartesi bir basın toplantı düzenleyen Başbakan Bülend Ulusu, 12 Eylül'den sonraki 80 gün ile 12 Eylül'den evvelki 80 günlük olayları karşılaştırarak resmî rakamları kamuoyuna açıkladı:62

"Silahlı saldırı ve çatışma olaylarının sayısı 12 Eylül'den önceki 80 günlük dönemde 1609 iken, 12 Eylül'den sonraki 80 günlük dönemde 305'e inmiş,

Patlayıcı madde atma olaylarının sayısı 12 Eylül'den önceki 80 günlük dönemde 704 iken, 12 Eylül sonrası 80 günde 288'e inmiş,

Anarşik olaylardaki ölü sayısı 12 Eylül'den önceki 80 günlük dönemde sadece sıkıyönetim ilan edilen 20 ilde 680 iken; 12 Eylül'den sonraki 80 günde, 67 ilimizde, 137'ye inmiştir."

12 Mart 1981 Perşembe günü, 12 Eylül'ün üzerinden geçen 6 aylık süre içinde işlenen suçların seyri ve son ayla mukayesesi şöyle açıklandı:63

"12 Eylül ile 12 Ekim 1980 arasında 1146 suç tespit edildiği hâlde son ay içerisinde %75 azalma kaydedilerek bu rakam 292'ye düşmüştür.

Ölü sayısı 69'dan %87 azalma göstererek 9'a düşmüştür.

Yaralı sayısı 151'den 28'e düşerek %80 azalmıştır.

Silahlı saldırılarda %80 azalma olmuş, 138'den 32'ye düşmüştür.

Son bir aylık dönemde yapılan arama ve operasyonlar sonucunda 1596 sol eylemci, 318 sağ eylemci, 444 bölücü ve 3979 henüz yönü belirlenemeyen olmak üzere toplam 5937 sanık yakalanmış ve haklarında yasal işlemlere başlanmıştır. Yine bu süre içerisinde 1377 tüfek, 70 av tüfeği, 767 patlayıcı madde ele geçirilmiştir."

Ekonomi

Kenan Evren, 12 Eylül'den önceki sivil yönetimin aldığı 24 Ocak Kararları ve o yönetimin ekonomik programının aynen uygulanacağını 16 Eylül 1980 günü yaptığı basın toplantısında açıkladı.64

Turgut Özal, devlet bakanı ve başbakan yardımcısı olarak 12 Eylül Kabinesine alındı. ABD, Fransa, Batı Almanya ve Japonya gibi ülkelere giden Özal, kredi imkânları aradı. ABD'nin yaptığı askerî ve ekonomik yardım miktarının kesintiye uğramaması için çalıştı.

Bu dönemde; ihracatın ve döviz girdilerinin çoğaltılması, her sahada tasarrufa riayet edilmesi, istihdam politikası gibi tedbirler alındı.

1980'de %100'leri aşan enflasyon, 1982'de %22'ye geriledi. 1983'te ise artış göstererek %37'ye yükseldi.65

Diğer yandan 24 Ocak Kararları sonrası faizlerin serbest bırakılmasıyla bir anda çoğalan bankerler, zaman içinde piyasanın bu faiz yükünü kaldıramaması sonucu hızla çökmeye başladı. "Banker Yalçın" ve "Banker Kastelli" olarak anılan Yalçın Doğan ve Cevher Özden ikilisinin karıştığı skandallar kamuoyunda derin yankı buldu.

İdamlar

Darbeden sonra, 1972'den beri infaz edilmeyen ölüm cezaları uygulanmaya başladı. Siyasi hükümlülerin yanında adli hükümlülerin de cezaları uygulanmaya başlandı. Ayrıca mahkemelerden peş peşe yeni ölüm cezası hükümleri çıktı. Sıkıyönetim askerî mahkemelerince 517 sanığa idam cezası verildi. Askerî Yargıtay’ın onayladığı idam kararlarının sayısı 124 oldu. 54 kişinin ölüm cezası yetkili kurumda (12 Eylül 1980-25 Ekim 1981 arası Millî Güvenlik Konseyi, 25 Ekim 1981-14 Ekim 1983 arası Danışma Meclisi, 6 Kasım 1983 sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi) onaylandı. Bunların 48'i (24 adli suçlu, 15 sol, 8 sağ, 1 ASALA militanı) askerî rejim döneminde (12 Eylül 1980-7 Aralık 1983), 2'si (sol) sivil dönemde infaz edildi.

İlk infaz, 1977 yılında bir kahvehane basıp iki kişiyi öldürdüğü gerekçesiyle tutuklanmış ve 2 Ekim 1979'da idamına karar verilmiş olan Kurtuluş Hareketi mensubu Necdet Adalı'nın; ikincisi, 1978 yılında ülkücüler tarafından Ankara'da gerçekleştirilen ve dört kişinin ölümüyle sonuçlanan ve "Balgat Katliamı" olarak da bilinen kahvehane saldırısında suçlu bulunarak darbe öncesinde idamına karar verilmiş olan ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu'nun idamı idi. Her ikisi de 7 Ekim 1980'de Ulucanlar Cezaevi'nde idam edildiler. Ardından, 14 Eylül 1980'de fraksiyon ayrılığı sebebiyle İGD'li (İlerici Gençler Derneği) Erdoğan Polat'ı öldüren ve Tank Yüzbaşı Bülent Angın'ın içinde bulunduğu güvenlik güçleriyle çatışan (Yüzbaşı Angın öldürüldü.) Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi mensubu Serdar Soyergin mahkûm oldu ve Adana Cezaevi'nde 25 Ekim'de idamı gerçekleşti. İnfaz edilen dördüncü idam kararı, 2 Şubat 1980'de Piyade Er Zekeriya Önge'yi öldürme suçundan yargılanarak 19 Mart 1980'de idam cezasına çarptırılan 19 yaşındaki Erdal Eren'in idamı oldu. 1981, 1982, 1983 yıllarında infazlar devam etti.

Ölüm cezalarının yerine getirilmesinin, "teröristleri terör eylemlerinden alıkoyacak en tesirli tedbirlerin başında olduğunu" savunan Kenan Evren, idam kararlarını birçok konuşmasında savunmuştur. Örneğin askerî rejimden sonra sivil dönemde, 3 Ekim 1984'te Muş'ta halka seslendiği konuşmasında önceki gece yaşanan bir olayı örnek göstererek şöyle demiştir:

"Dün gece Şemdinli civarında yine böyle bir olay oldu. Aranan anarşistlerden bazıları, gece vakti vazifeden dönen bir askerî araca ateş ediyorlar ve bir subayımızla bir erimizi şehit ediyorlar. Şimdi ben bunu yakaladıktan sonra mahkemeye vereceğim ve ondan sonra da idam etmeyeceğim! Ömür boyu ona bakacağım! Bu vatan için kanını akıtan bu Mehmetçiklere silah çeken o haini ben senelerce besleyeceğim! Buna siz razı olur musunuz?"66

İdam edilen adli suçlu mahkûmlar (24)

MahkûmSuçİnfaz Tarihiİnfaz yeri
İsmet ŞahinBiri Piyade Er Mustafa Çelimli olmak üzere 3 kişiyi öldürme20 Ağustos 1981İstanbul
Sabri AltayKarısını öldürme23 Nisan 1982Adapazarı
Şahabettin OvalıKan davasından bir kişiyi öldürme12 Haziran 1982Sinop
Ednan KavaklıTecavüz ettiği 16 yaşındaki erkek çocuğunu öldürme18 Haziran 1982Tokat
Veli AcarKardeşini öldürme13 Ağustos 1982Isparta
Eşref ÖzcanPara karşılığı bir kişiyi öldürme19 Ağustos 1982Kayseri
Halil Fevzi Uyguntürk3 kadını öldürme29 Aralık 1982Afyonkarahisar
Kâzım ErgünKan davasından 3 kişiyi öldürme29 Aralık 1982Akşehir
Muzaffer ÖnerKarısını ve kayınbiraderini öldürme29 Aralık 1982Amasya
Adem ÖzkanDedesini öldürme13 Ocak 1983Balıkesir
Hüseyin ÇaylıTecavüz ettiği 6 yaşındaki erkek çocuğunu öldürme13 Ocak 1983Afyonkarahisar
Osman DemiroğluTecavüz ettiği 12 yaşındaki kız çocuğunu öldürme13 Ocak 1983Antalya
Ahmet Mehmet UluğbayParalarını çalmak için 2 kişiyi öldürme22 Ocak 1983Akşehir
Duran BircanAnnesini ve göz koyduğu yeğenini öldürme23 Ocak 1983Denizli
Rıdvan KaraköseKan davasından 2 kişiyi öldürme5 Şubat 1983Akşehir
Cavit KaraköseKan davasından 2 kişiyi öldürme5 Şubat 1983Akşehir
Süleyman KaraköseKan davasından 2 kişiyi öldürme5 Şubat 1983Akşehir
Fatih LaçingilParasını gasbettiği bir kişiyi öldürme24 Şubat 1983Keşan
Fayık GüngörmezBir kadını öldürme24 Şubat 1983Kilis
Mustafa BaşaranPara karşılığı bir kişi ve kaçarken de başka bir kişi olmak üzere 2 kişiyi öldürme30 Mart 1983Edirne
Hüseyin ÜyeKan güttüğü ailenin evinin bacasından gaz dökerek bir kadın ve dört çocuğunu yakarak öldürme30 Mart 1983Nazilli
Şener YiğitTecavüz etmeye çalıştığı kadını ve annesini öldürme20 Nisan 1983Isparta
Cafer Aksu (Altuntaş)Kan davasından 2 kişiyi öldürme20 Nisan 1983Ordu
Abdülaziz KılıçParasını çalmak için bir kişiyi öldürme26 Mayıs 1983Edirne

İdam edilen sol görüşlü mahkûmlar (15)

MahkûmSuçİnfaz Tarihiİnfaz yeri
Necdet AdalıKahve basıp 2 sağcıyı öldürme7 Ekim 1980Ankara
Serdar SoyerginTank Yüzbaşı Bülent Angın'ı öldürme25 Ekim 1980Adana
Erdal ErenPiyade Er Zekeriya Önge'yi öldürme13 Aralık 1980Ankara
Veysel GüneyÜsteğmen Şahin Akkaya'yı öldürme10 Haziran 1981Gaziantep
Ahmet SanerBir Amerikalı astsubay ile Türk arkadaşını öldürme25 Haziran 1981İstanbul
Kadir TandoğanBir Amerikalı astsubay ile Türk arkadaşını öldürme25 Haziran 1981İstanbul
Mustafa Özenç3 askeri ve bir memuru öldürme20 Ağustos 1981Adana
Seyit KonukBir müteahhiti ve MHP il sekreteri eczacıyı öldürme13 Mart 1982İzmir
İbrahim Ethem CoşkunBir müteahhiti ve MHP il sekreteri eczacıyı öldürme13 Mart 1982İzmir
Necati VardarBir müteahhiti ve MHP il sekreteri eczacıyı öldürme13 Mart 1982İzmir
Ali Aktaş (Ağtaş)Bir sağcıyı öldürme23 Ocak 1983Adana
Ramazan YukarıgözKuyumcu soygunu sırasında bir polis ve bir kuyumcuyu öldürme29 Ocak 1983İzmit
Ömer YazganKuyumcu soygunu sırasında bir polis ve bir kuyumcuyu öldürme29 Ocak 1983İzmit
Erdoğan YazganKuyumcu soygunu sırasında bir polis ve bir kuyumcuyu öldürme29 Ocak 1983İzmit
Mehmet KamburKuyumcu soygunu sırasında bir polis ve bir kuyumcuyu öldürme29 Ocak 1983İzmit

İdam edilen sağ görüşlü mahkûmlar (8)

MahkûmSuçİnfaz Tarihiİnfaz yeri
Mustafa PehlivanoğluKahve tarayıp 5 solcuyu öldürme7 Ekim 1980Ankara
Cevdet KarakaşBir solcu avukatı öldürme4 Haziran 1981Elazığ
Fikri Arkan2 solcuyu öldürme27 Mart 1982Ankara
Cengiz BaktemurMalatya Doğanşehir CHP Gençlik Kolları Başkanı'nı öldürme30 Nisan 1982Elazığ
Ali Bülent OrkanKahve basıp 7 solcuyu öldürme13 Ağustos 1982Ankara
Ahmet KerseBakkal dükkânı basıp solcu bir bakkalı öldürme30 Ocak 1983Gaziantep
Halil EsendağFırın basıp 4 solcu fırıncıyı öldürme5 Haziran 1983İzmir
Selçuk DuracıkFırın basıp 4 solcu fırıncıyı öldürme5 Haziran 1983İzmir

İdam edilen ASALA mahkûmu (1)

MahkûmSuçİnfaz Tarihiİnfaz yeri
Levon EkmekçiyanHavalimanı bombalayarak 9 kişiyi öldürme29 Ocak 1983Ankara

Türk vatandaşlığından çıkarılanlardan bazıları

Ad SoyadTarihNüfusta kayıtlı bulunduğu yer
Yılmaz Güney6 Ocak 1983Adana
Kadir Mısıroğlu7 Eylül 1983Trabzon

1981 Atatürk Yılı

Millî Güvenlik Konseyi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün doğumunun 100. yılı olması nedeniyle 1981 yılını kanun çıkararak "Atatürk Yılı" ilan etti.67 5 Ocak 1981 günü saat 08.45'te Anıtkabir'de saygı duruşunda bulunulduktan sonra saat 11.00'de Türkiye Büyük Millet Meclisinde tören başladı. Törende eski cumhurbaşkanları Celâl Bayar, Cevdet Sunay ve Fahri Korutürk de yer aldı. Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren'in yaptığı uzun bir konuşmayla "Atatürk Yılı" kutlamalara açıldı.68 Yıl boyunca yapılan etkinliklerle Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yılı kutlandı. Yeni Atatürk anıtları, Atatürk'ün adının verildiği kültür merkezleri ve tatbikatlar yapıldı. Birinci ve İkinci Meclis binaları müze olarak faaliyet göstermeye başladı. Atatürk ile ilgili kitap ve belgeler Millî Kütüphane'de toplanırken il ve ilçelere de Atatürk kitaplıkları kuruldu. Atatürk'ün kaldığı evler restore edilerek müze hâline getirildi. "Atatürk 100 Yaşında" sloganı ile 73 adet ilkokul yapıldı. 12 Eylül'den önceki Milliyetçi Cephe hükûmetleri döneminde sayıları büyük artış gösteren imam hatip okulu açılışı durduruldu, 12 Eylül Yönetimi bu dönemde imam hatip açmadı.69 Atatürk'ün çeşitli illere yaptığı ilk ziyaretlerin yıl dönümlerinde kutlamalar gerçekleşti. Ülkenin tanınmış sanatçılarına 100. yılı simgeleyen plaketler verildi. Ünlü ressamlardan ısmarlanan Atatürk ve Atatürk Devrimleri konulu resimler, düzenlenen sergilerde ziyarete açıldı. Tanınmış müzisyenlere Atatürk hakkında marşlar besteletildi. TRT, Atatürk'ün görüşlerini yansıtan programlara yer verdi. Ülkedeki okur yazar oranının artırılması için seferberlik başlatıldı. Ağaçlandırma çalışmaları yapıldı.70 Açılan birçok kurum ve kuruluş "Yüzüncü Yıl" adını aldı. 23 Nisan'daki bayramın adı "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" olarak değiştirildi. 19 Mayıs'taki Gençlik ve Spor Bayramı'nın adı "Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı" olarak değiştirildi ve 19 Mayıs 1981 günü stadyumlarda coşkulu şekilde kutlandı.71 Atatürk'ün başöğretmen olduğu 24 Kasım günü "Öğretmenler Günü" olarak kutlandı. Üniversitelere zorunlu "Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi" dersi getirildi.72 Kara Harp Okulu ve diğer askerî okullar için üç ciltlik "Atatürkçülük - Atatürk'ün Görüş ve Direktifleri" adlı kitap bastırıldı ve öğrencilere dağıtıldı.

Evren, gittiği illerde yaptığı konuşmalarda da "Atatürkçülük" vurgusu yapıyor, halkı Atatürk'te birleşmeye çağırıyordu. 17 Ocak 1981'de Gaziantep'te yaptığı konuşmada şöyle diyordu:

"Biliyorsunuz: Yalancı devrimciler, 'Tek yol devrim!' diye ortaya atıldılar; duvarlara, şuraya buraya yazdılar. Evet, devrim vardır ama bu tek yol Atatürk devrimidir! Onun yoludur. Atatürk'ün koyduğu ilkeler komünizme de faşizme de kapalıdır."73

Evren, bu dönemde yapılanlar için 1998 yılında yayımlanan 12 Eylül belgeselinde şöyle dedi:

"Biz Atatürk'ün döneminde yetiştik. Atatürk'ün neler yaptığını yakinen biliyoruz. Onun içindir ki Atatürkçülüğün üzerinde ne kadar dursak az olduğuna inanıyoruz. Belki şu olmuştur, bir şeyi çok söylerseniz gına getirir. Ama ben ona dikkat etmeye çalıştım."74

Devlet Mezarlığı

Askerî İdare, 12 Eylül'den sonra kanun çıkararak "Devlet Mezarlığı" yapımını başlattı.75 Zira Kenan Evren; "Anıtkabir'in Mustafa Kemal Atatürk için yapıldığını, orada sadece Atatürk'ün mezarının bulunması gerektiğini, Anıtkabir'in mezarlık hâline gelmemesi gerektiğini" düşünüyordu. Devlet Mezarlığı, Evren'in cumhurbaşkanlığı döneminde 30 Ağustos 1988 günü törenle açıldı. İnönü ailesinin isteği dikkate alındı ve İsmet İnönü'nün mezarı Anıtkabir'de bırakılırken diğer on iki mezar Anıtkabir'den kaldırılıp başka yerlere nakledildi. Eski cumhurbaşkanları ve Türk Kurtuluş Savaşı kumandanlarının naaşları da Devlet Mezarlığı'na nakledildi.

1402'likler

6 Kasım 1981'de çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile YÖK kuruldu.76 Bundan sonra 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu'nun 2301 ve 2766 sayılı Kanun'la değişik maddelerince özellikle solcu olduğu düşünülen 71 üniversite personeli YÖK tarafından görevlerinden uzaklaştırıldı.77 İlk uzaklaştırmalar Şubat 1983'te başladı.78 Genelkurmayın açıklamalarına göre toplam 4891 kamu personeli görevden alınmış ve 38 profesör, 25 doçent, 10 yardımcı doçent 1402'lik olmuştur.

Kürtaj hakkı

Kenan Evren liderliğindeki Askerî İdare, Türkiye'de uzun yıllardır var olan kürtaj yasağını kaldırdı. 27 Mayıs 1983 tarihinde çıkarılan yasayla kürtaj yasal hâle geldi.79

"MHP Davası"

Askerî müdahalenin ardından diğer bütün siyasi partiler ile birlikte Milliyetçi Hareket Partisinin de siyasi faaliyette bulunması yasaklanmış, 16 Ekim 1981 tarihli Millî Güvenlik Konseyi (MGK) kararıyla partiler kapatılarak mallarına el konmuştur. 29 Nisan 1981 tarihinde ise MHP ve Ülkücü kuruluşlar hakkındaki soruşturma sonrasında 945 sayfalık bir iddianame ile "MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası" açılmıştır. Dava 5 yıl 11 ay 8 gün sürmüş, 333 duruşmaya sahne olmuş ve 7 Nisan 1987'de sonuçlanmıştır. Ankara 1 Numaralı Askerî Mahkemesinde görülen 392 sanıklı davada MHP lideri Alparslan Türkeş'e 11 yıl 1 ay 10 gün hapis cezası verilmiştir. Partinin Genel İdare Kurulu üyelerinin tamamı beraat etmiş, 5 sanık hakkında idam cezası verilmiştir. 150 sanığın beraat ettiği davada 9 sanık hakkında müebbet hapis, 219 sanık hakkında 6 ay ile 36 yıl arasında değişen hapis ve 6 sanık hakkında da görevsizlik kararı verilmiştir. 3 sanık hakkındaki dava düşerken 2 sanık da yargılama sırasında ölmüştür.

Yargılama süresi içinde kalbinden rahatsızlanan Türkeş, 29 Mayıs 1983'te Mevki Askerî Hastanesine kaldırılmıştır. 4 yıl 5 ay 28 gün tutuklu kalan MHP lideri, 9 Nisan 1985 günü tahliye edilmiştir.

Bilanço

Darbe sonrasında; Türkiye Cumhuriyeti kamu ve kuruluşlarında 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, yine Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi ve 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 48'i (24 adli suçlu, 15 sol, 8 sağ, 1 ASALA militanı) asıldı. İdamları istenen 259 kişinin dosyası Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderildi. Yine 71 bin kişi Türk Ceza Kanunu'nın 141, 142 ve

  1. maddelerinden yargılandı, 98 bin 404 kişi "örgüt üyesi olmak" suçundan yargılandı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi "sakıncalı" olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi "siyasi mülteci" olarak yurt dışına gitti. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 171 kişinin "işkenceden öldüğü" belgelendi. 937 film "sakıncalı" bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyetleri durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.

Aynı dönem 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı ve aralarında Hürriyet, Millî Gazete ve Ortadoğu'nun da olduğu 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü, 14 kişi aynı dönem yapılan açlık grevlerinde öldü, 16 kişi "kaçarken" vuruldu, 95 kişi "çatışmada" öldü, 73 kişiye "doğal ölüm raporu" verildi, 43 kişinin "intihar ettiği" bildirildi.80

1982 Anayasası

23 Ekim 1981'de açılan Danışma Meclisi, yeni anayasayı hazırlamaya başladı. Kenan Evren, Anayasa'nın ilk üç maddesinin "değiştirilemeyeceğini ve değiştirilmesinin teklif edilemeyeceğini" dördüncü madde olarak taslağa ekletti. Cumhurbaşkanlarının iki dönem görevde kalmalarını sağlayan maddeyi "bir dönem" olarak değiştirtti. Görevini tamamlayan cumhurbaşkanlarının TBMM'nin tabii üyesi olmasını sağlayan maddeyi taslaktan çıkarttı. Anayasa'daki cumhurbaşkanı yetkilerinin az olmasını ise ileride, Anıları'nın dördüncü cildinde şöyle açıklayacaktı:

"Anayasayı düzenlerken cumhurbaşkanına verilen yetkilerin kısıtlı olmasına ben sebep oldum. İleride bu makama gelecek olanlar bu yetkileri suistimal eder diye düşündüm, onun için fazla yetki ile donatılmasını uygun görmedim."

Hazırlanan, son şeklini alan 1982 Anayasası, 18 Ekim 1982 tarihinde Evren'in başkanı olduğu Millî Güvenlik Konseyi tarafından kabul edildi. Anayasa'nın halkın onayına sunulmasından önce Evren, bazı illere gidip konuşmalar yaptı. Anayasa'nın çeşitli başlıklarını halka anlattı.81 Oy kullanırken iki renk olacaktı: Mavi renk, "HAYIR"; beyaz renk ise "EVET" demekti. Evren yaptığı konuşmalarla halkı mavi oy vermemesi konusunda telkin ediyor, verilecek beyaz oylarla anayasanın kabul edilmesini istiyordu.82 Evren, referandumdan iki gün önce de radyo ve televizyondan bir konuşma yaparak anayasaya destek istedi.83 Anayasa, 7 Kasım 1982 Pazar günü yapılan halk oylamasında %8,63 "HAYIR" oyuna karşılık %91,37 "EVET" oyuyla kabul edildi ve yürürlüğe girdi. Evren, Anayasa'nın 1. geçici maddesi uyarınca yedi yıllık bir süre için Türkiye'nin 7. Cumhurbaşkanı sıfatını kazandı ve 9 Kasım 1982 günü göreve başladı. Hemen sonra 21 Kasım 1982'de Ordu'ya giden Evren, oylama sonuçlarını şöyle değerlendirdi:

"Bu reyler Orgeneral Kenan Evren'e verilmedi. Bu reyler bizlere, Konsey üyelerine verilmedi. Bu reyler şunun için verildi: Millet huzur ve güven istiyor, huzur ve güven için verildi! Bu oylar devlet otoritesinin sağlanması için verildi! Bu oylar Atatürkçülük için verildi! Ve yine bu oylar birbirleriyle kavga eden, her gün birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya döken ve değil selamlaşmak, el sıkmayı bile yapamayan kişilerden memnun kalınmadığını belirtmek için verildi. Bu millet artık kavga değil, kardeşlik ve huzur bekliyor."

Anayasa'nın kabulünün önemli sebebi olarak ihtilal öncesi iç savaş ortamı nedeni ile vatandaşların kendi hayatlarından endişe etmesi ifade edilir.848586

Kabul edilen Anayasa'da bulunan; askerî yönetim döneminde Millî Güvenlik Konseyi, Hükûmet ve Kurucu Meclis üyelerinin ömür boyu yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde, 2010 Türkiye anayasa değişikliği referandumuna kadar kaldırılmadı.

Etkileri

Spora etkileri

13 Eylül gününe ait Tercüman gazetesi, Millî Güvenlik Konseyinin spor konusundaki kararını okuyucularına şöyle aktarıyordu:

"Bu hafta sonu yapılacak bütün spor faaliyetleri yasaklanmıştır. Durum ve şartlara göre bilahare izin verilecektir."

Spor etkinlikleri durdurulmuştu. Futbolda Süper Lig ve 1. Lig'e ara verilmişti. Ama Avrupa Kupası maçları için soru işaretleri vardı. Zira Fenerbahçe ile Trabzonspor, 17 Eylül'de önemli sınavlar verecekti. Her iki takım hazırlıklarını UEFA Kupası ve Şampiyon Kulüpler Kupası maçlarına göre sürdürürken rakipler de Türkiye'ye gelmiş, karşılaşmaların oynanmasında herhangi bir sakınca olmadığı bildirilmişti. İşin ilginç yanı, ligler ertelenmese hafta sonu İstanbul'da Galatasaray - Fenerbahçe derbisi vardı. Fenerbahçe Teknik Direktörü Friedel Rausch da darbenin ilan edilmesiyle derbinin tehir edilmemesi için çok dua etmişti. Çünkü Galatasaray'ı yenip Avrupa Kupası maçına moralli çıkmak istiyordu. Fenerbahçe, UEFA Kupası'nda karşılaştığı Bulgaristan temsilcisi Beroe'ya İstanbul'da 1-0 yenilmişti. Trabzonspor ise Şampiyon Kulüpler Kupası'nda Polonya'nın GKS Szombierki Bytom takımını 2-1 mağlup etmişti.

Türkiye 1. Ligi'nin bir haftalık aranın akabinde devam etmesi uygun görülse de A Millî Takımın İzlanda ile oynayacağı maç nedeniyle ara uzuyordu. Futbolda durum böyleyken basketbolcular darbe haberini gurbet ellerde işitecekti. Balkan Şampiyonası düzenleniyordu ve Basketbol Erkek Millî Takımı, Romanya'da turnuvadaydı.

Türkiye ayrıca bir süredir İzmir'de İslam ülkelerini ağırlamaya hazırlanıyordu. 12 Eylül'le gelen askerî yönetim, bu oyunlara izin verdi. 1. İslam Oyunları, 26 Eylül-5 Ekim tarihleri arasında Türkiye'de düzenlendi.

Millî Güvenlik Konseyinin, kamu kurum ve kuruluşlarına atadığı kişiler ne kadar işinin ehliydi bilinmez fakat sporda alanında uzman birçok sporcuya taş çıkartacak isimler göreve getirilmişti. Gençlik ve Spor Bakanı Albay Hüsamettin Yılmaz olmuş, Albay Yücel Seçkiner ise Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü koltuğuna oturmuştu.87

Kenan Evren, başkent Ankara'nın 1. Lig'de mutlaka temsil edilmesi gerektiğini düşündüğünden o sırada 2. Lig'de mücadele eden MKE Ankaragücü'nün bir üst lige çıkabilmesi için özel kanun çıkartır. Buna göre Türkiye Kupası'nı kazanan bir ekip hangi ligde olduğuna bakılmaksızın 1.Lig'e çıkartılacaktır. 1980-1981 sezonunda Türkiye Kupası'nı kazanan Ankaragücü bu şekilde 1.Lig'e çıkmış olur.88

83 rejimi

Zincirbozan

1983'te siyasi partilerin yeniden kurulmasına izin verildi. Ancak Millî Güvenlik Konseyinin yayımladığı 31 Mayıs 1983 tarih ve 79 sayılı kararla Adalet Partisinden Süleyman Demirel, Ali Naili Erdem, Ekrem Ceyhun, Saadettin Bilgiç, Nahit Menteşe, Yiğit Köker, İhsan Sabri Çağlayangil; Cumhuriyet Halk Partisinden Sırrı Atalay, Metin Tüzün, Celal Doğan, Deniz Baykal, Ferhat Aslantaş, Süleyman Genç, Yüksel Çakmur; Büyük Türkiye Partisinden Hüsamettin Cindoruk ve Mehmet Gölhan olmak üzere 16 eski siyasetçi 121 gün süreyle Çanakkale'nin Lapseki ilçesindeki Zincirbozan askerî üssünde zorunlu ikamete tabi tutuldular.

Millî Güvenlik Konseyinin yeni kurulan partilerin kurucularını veto etmesi ve bazı partilerin ülke genelindeki gerekli teşkilatlanmayı seçim dönemine yetiştirememeleri nedeniyle 6 Kasım 1983 genel seçimlerine katılmasına izin verilmeyen Büyük Türkiye Partisinin devamı niteliğinde olan Doğru Yol Partisi, Sosyal Demokrasi Partisi ve Refah Partisine "Yasaklılar"; Millî Güvenlik Konseyi tarafından genel seçimlere katılmaları uygun bulunan Emekli Orgeneral Turgut Sunalp'ın liderliğindeki Milliyetçi Demokrasi Partisi, eski Başbakanlık Müsteşarı Necdet Calp'ın liderliğindeki Halkçı Parti ve 24 Ocak Kararları'nı hazırlayan Turgut Özal'ın liderliğindeki Anavatan Partisine "İcazetliler" veya "6 Kasım Partileri" denildi.

1983 genel seçimleri

6 Kasım 1983 genel seçimine kapatılan eski siyasi partilerin hiçbiri katılamadı. Yapılan genel seçimleri Anavatan Partisi kazandı, Halkçı Parti ikinci ve Milliyetçi Demokrasi Partisi de sürpriz bir şekilde üçüncü oldu. Seçimlerden sonra milletvekillerinin parti değiştirmeleri sonucunda Doğru Yol Partisi ve Sosyal Demokrasi Partisi de Meclise girdi. Daha sonra alınan başarısız seçim sonuçları nedeniyle Milliyetçi Demokrasi Partisi kendisini feshetti, Halkçı Parti ise Sosyal Demokrasi Partisi ile birleşerek Sosyaldemokrat Halkçı Partiyi kurdu.

Sıkıyönetim uygulamasının kaldırılması

Sıkıyönetim uygulamasının tarihlere göre kaldırıldığı iller:89

19 Mart 1984Bilecik, Bitlis, Burdur, Çanakkale, Çankırı, Gümüşhane, Isparta, Kastamonu, Kırklareli, Kırşehir, Kütahya, İzmir, Sinop
19 Temmuz 1984Afyon, Amasya, Aydın, Balıkesir, Bolu, Çorum, Muğla, Nevşehir, Niğde, Rize, Sakarya, Tekirdağ, Yozgat
19 Kasım 1984Denizli, Giresun, Kayseri, Konya, Manisa, Uşak
18 Mart 1985Antalya, Bursa, Eskişehir, Hakkâri, İçel, Kocaeli, Malatya, Kahramanmaraş, Samsun, Sivas, Tokat, Zonguldak
19 Temmuz 1985Ankara, Artvin, Edirne, Erzincan, İzmir, Ordu
19 Eylül 1985Trabzon
19 Kasım 1985Adana, Adıyaman, Ağrı, Erzurum, Gaziantep, Hatay, İstanbul, Kars
19 Mart 1986Bingöl, Elazığ, Tunceli, Şanlıurfa
19 Mart 1987Van
19 Temmuz 1987Diyarbakır, Mardin, Siirt

Darbenin yargılanması

Darbe sonrası hazırlanan 1982 Anayasası'nda yer alan geçici 15. madde ile 12 Eylül'ü gerçekleştiren Millî Güvenlik Konseyi ile bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş Hükûmet ve Kurucu Meclis üyeleri hakkında dava açılması engellenmişti.

Sacit Kayasu'nun iddianamesi

2000 yılında Adana Savcısı Sacit Kayasu, Kenan Evren hakkında iddianame hazırladı. Fakat Kayasu'nun iddianamesi kabul edilmedi. Kayasu ilk olarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kınama cezası aldı. Daha sonra Yargıtay tarafından "görevi kötüye kullanmak" ve "askerî kuvvetleri tahkir ve tezyif" suçundan mahkûm edilen Kayasu'yu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu meslekten ihraç etti. Avukatlık yapma hakkı dahi elinden alınan Kayasu, ihraç kararı üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde dava açtı. 2008'de sona eren davada "ifade özgürlüğünü kısıtladığı" için Türkiye 41 bin avro tazminata mahkûm edildi.90

2010 Türkiye anayasa değişikliği referandumu

Mayıs 2010'da Meclisten geçen ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından halkoyuna sunulan 26 maddelik anayasa değişikliği paketindeki maddelerden biri de "geçici 15. madde"nin kaldırılmasıyla ilgiliydi. Bu maddenin kaldırılmasıyla 12 Eylül Darbesi ile ilgili iddia edilen suçların zaman aşımına uğrayıp uğramayacağı konusunda farklı görüşler ortaya atıldı.

Referandum sonucu değişikliklerin kabul edilmesiyle (%57,88 EVET) 13 Eylül 2010 tarihinde çeşitli sivil toplum kuruluşları, sendikalar, dernekler ve bazı kişiler 12 Eylül Darbesi'ni yapanlar hakkında suç duyurusunda bulundu.91 Bütün suç duyurularını toplayan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, "Millî Güvenlik Konseyi (MGK) adı altında 12 Eylül 1980'de ülke yönetimine el koyan ve 7 Aralık 1983 tarihine kadar bu statüsünü sürdüren askerî cunta yönetiminin hayatta kalan üyeleri Kenan Evren, Nejat Tümer ve Tahsin Şahinkaya'nın işlediği (A) Nürnberg Şartı ile kabul edilmiş ve tüm devletlerin kendi kanunlarında yer almasa dahi suçun oluşumu hâlinde takip etmek zorunda oldukları uluslararası hukukun buyruk kuralı niteliğine sahip insanlığa karşı suçlar (B) 765 Sayılı Ceza Kanunu'nun 146, 147, 153, 174, 179, 180, 181. maddeleri kapsamında, insanlığa karşı suçlar ve resen takdir edilecek suçlar nedeniyle haklarında başsavcılık tarafından ceza dava açılması ve haklarında gerekli önlemlerin alınması istemi..."92 ile 7 Nisan 2011 tarihinde ilk soruşturmayı başlattı. 4 Nisan 2012 tarihinde darbenin yargılanmasına başlandı.9394 Davaların sonucunda, 2014 yılında, Evren ve Şahinkaya mahkeme tarafından müebbet hapis cezası aldı.9596 Karar sonrası temyize gidildi, bu süreçte hem Evren hem Şahinkaya öldü.97 Bunun üzerine Yargıtay 16. Ceza Dairesi kamu davasını ortadan kaldırdı, sanıkların ölümünden dolayı davanın düşürülmesine karar verdi. Kararlar kesinleşmedi. Ayrıca Yargıtay, Evren ve Şahinkaya'nın rütbelerinin sökülmesine ve mal varlıklarına el konulmasına yer olmadığını hükmetti.98 Davanın müdahillerinden olan Devrimci 78'liler Federasyonu, davadan vazgeçmeyeceklerini ve 57 ilde "işkence" iddiasıyla açılan davaları yakın takipte tutacaklarını belirtti.99

15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrası

Kenan Evren'in ifadesini alan, Kenan Evren'e ve Tahsin Şahinkaya'ya dava açan savcılar ve davaya bakan hâkimler, yıllar sonra, 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrası "FETÖ'cü (Fethullahçı Terör Örgütü) oldukları" gerekçesiyle meslekten ihraç edildiler.100 Daha sonra bazıları yargılandı ve mahkûm oldu.

Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkındaki davayı 3 Ocak 2012'de özel yetkili eski Ankara Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin açmıştı. Çetin, iddianamesinde, hayatta kalan Millî Güvenlik Konseyi Başkan ve üyesi olan iki şüphelinin “Anayasa'yı değiştirmek” suçundan ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmasını talep etmişti. Hayatta olmayan MGK üyesi emekli orgenerallerden Sedat Celasun, Nurettin Ersin ve Nejat Tümer hakkında takipsizlik kararı verilmişti. Davayı açan savcı Çetin, 15 Temmuz'dan sonra Hâkimler ve Savcılar Kurulu kararıyla önce açığa alındı, ardından 31 Ağustos 2016 tarihli kararla meslekten ihraç edildi.

12 Eylül Davası'na ilk bakan mahkeme, özel yetkili Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi olmuştu. Mahkeme Heyetine Hâkim Süleyman İnce başkanlık ederken hâkimler Gürcan Acar, Abdulkadir Çakır, Muhammet Alabaş ve Ali Ertan üye olarak aynı mahkemede görev yapmışlardı. Mahkeme Başkanı İnce ve üyeler Acar, Alabaş ve Ertan HSYK'nin 24 Ağustos tarihli kararı, üye hâkim Çakır ise HSYK'nin 31 Ağustos tarihli kararıyla meslekten ihraç edildiler.

Mahkemede, iddia makamında, eski Ankara Cumhuriyet Savcıları Cemil Tuğtekin ile Selçuk Kocaman görev yapmışlardı. Tuğtekin 24 Ağustos 2016, Kocaman 31 Ağustos 2016 tarihli HSYK kararlarıyla meslekten ihraç edildiler. Kocaman, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında ağırlaştırılmış müebbet verilmesini içeren esas hakkındaki mütalaayı da vermişti.

Dönemin Genelkurmay Adli Müşaviri Albay Muharrem Köse, 15 Temmuz sonrasında "darbe girişiminin planlayıcısı olduğu" gerekçesiyle tutuklandı ve Millî Savunma Bakanlığı kararıyla meslekten ihraç edildi.

Kenan Evren'in ifadesini alan kişi, dönemin Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili Hüseyin Görüşen olmuştu. Görüşen, "FETÖ soruşturması"nda HSYK kararıyla önce açığa alındı, sonra da 24 Ağustos 2016'da meslekten ihraç edildi.101

Kültürel etkiler

Filmler

Belgeseller ve diziler

Şarkılar

Ayrıca bakınız

Kaynakça

Dış bağlantılar

Orijinal kaynak: 12 eylül darbesi. Creative Commons Atıf-BenzerPaylaşım Lisansı ile paylaşılmıştır.

Footnotes

  1. O silahlar babanızın malı mı? Ahmet Kekeç, Star.

  2. 1 Milliyet gazetesi arşivinden; 11 Eylül 1980

  3. Mehmet Ali Birand, 12 Eylül Saat: 04:00 Karacan Yayınları, Temmuz 1985, 12.Baskı, syf. 184-186

  4. "Kadayıfın altı kızarırken!.." Necmettin Erbakan , TRT Türk

  5. Mehmet Ali Birand, 12 Eylül Saat:04:00 Karacan Yayınları,Temmuz 1985, 12.Baskı,s.277

  6. Mehmet Ali Birand, 12 Eylül Saat:04:00 Karacan Yayınları,Temmuz 1985, 12.Baskı,s.213 Ulusu 11 Temmuz günü ertelenen Bayrak Planı sonucunda emekliye ayrılmış ve 12 Eylül Askerî Yönetimi arasında yer alamamıştır.

  7. {{!}}|erişimtarihi=25 Ekim 2022|tarih=1997|çalışma=32.Gün Arşivi|yayıncı=Youtube|arşivurl=https://web.archive.org/web/20210525063418/https://www.youtube.com/watch?v=peHmHWa24O0&gl=US&hl=en|arşivtarihi=25 Mayıs 2021|ölüurl=hayır}}

  8. Türkiye Büyük Millet Meclisi resmi internet sitesi: Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun 2 Mayıs 2012 - 28 Kasım 2012 arasında yaptığı çalışmanın sonucunda yayınlanan rapor: “Sırasayı 376 Cilt 1, Sayfa 15, Paragraf 4 (devamı sayfa 16 ilk 5 satır)

  9. 16 Eylül 2008 tarihli haber, Zaman, 26 Nisan 2010 tarihinde erişilmiştir

  10. Darbeciler hakkında suç duyurusu , Star.

  11. 2 12 Eylül'ün ilk soruşturması

Kategoriler