Usûl-i Cedîd, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde ve 20. yüzyılın başlarında, geleneksel medrese eğitimine alternatif olarak ortaya çıkan ve daha modern, pratik ve pedagojik ilkelere dayanan yeni bir eğitim yöntemidir. "Yeni Usûl" veya "Yeni Yöntem" anlamına gelir ve esas amacı, çağın ihtiyaçlarına cevap verebilecek, donanımlı bireyler yetiştirmektir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun 19. yüzyılda yaşadığı siyasi, ekonomik ve sosyal değişimler, eğitim sisteminde de bir reform ihtiyacını doğurmuştur. Geleneksel medrese eğitimi, özellikle Tanzimat Fermanı ile birlikte, modern bilim ve teknoloji alanlarındaki gelişmeleri takip etmekte yetersiz kalmış, eleştiri oklarının hedefi olmuştur.
Usûl-i Cedîd'in ortaya çıkışı, özellikle Kırım ve Kazan bölgelerindeki Türk aydınları'nın çabalarıyla başlamıştır. Bu aydınlar, Avrupa'daki modern eğitim sistemlerini inceleyerek, kendi toplumlarının ihtiyaçlarına uygun bir model geliştirmeye çalışmışlardır. İsmail Gaspıralı, Usûl-i Cedîd'in en önemli öncülerinden biridir. Gaspıralı'nın "Usûl-i Cedîd-i Terbiye" adlı eseri, bu yeni eğitim anlayışının temel prensiplerini ortaya koymuştur.
Bu hareket, kısa sürede diğer Türk bölgelerine de yayılmıştır. Azerbaycan, Türkistan ve Osmanlı İmparatorluğu'nda birçok yeni okul açılmış ve mevcut okullarda Usûl-i Cedîd yöntemleri uygulanmaya başlanmıştır.
Usûl-i Cedîd'in temel ilkeleri ve özellikleri şunlardır:
Usûl-i Cedîd, Osmanlı İmparatorluğu ve diğer Türk bölgelerinde eğitim alanında önemli bir reform hareketi olmuştur. Bu hareket sayesinde:
Ancak Usûl-i Cedîd'in yayılması, bazı geleneksel çevrelerin tepkisiyle karşılaşmıştır. Medreselerin nüfuzunu kaybetmesinden endişe eden bazı din adamları ve muhafazakar kesimler, bu yeni eğitim yöntemine karşı çıkmışlardır. Ayrıca, Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik sorunlar da Usûl-i Cedîd'in tam olarak yayılmasını engellemiştir.
Cumhuriyet dönemi'nde, Usûl-i Cedîd'in temel ilkeleri, Türk eğitim sisteminin modernleştirilmesinde önemli bir rol oynamıştır.